Şanlı Amol Ayaklanması’nın 40. Yılı Vesilesiyle

“Kudret-i Siyasi ez Lüleyi Tunfeng Birun Mihayed”[1]

Emrah Cilasun


Yüksek öğrenim görmek için dünyanın dört bir yanına dağıldılar.
ABD’den Avrupa’ya metropollerin önde gelen gözde üniversitelerinde okudular.
Vietnam’da, Kamboçya’da, Laos’da ABD emperyalizminin Napalm kokan kanlı yüzüne şahit oldular.
Prag’da, “sosyalizm” adına Çekoslavakya’yı işgal eden Rus tanklarına göğüs geren yaşıtlarını gördüler.
Detroit’de Hristiyan-Faşist beyazların kurt köpeklerine yem edilen siyah derili insanlara tanık oldular.
Güney Amerika’dan Afrika’ya oradan Asya’ya dünyanın dört bir yanında şaha kalkan ulusal ve sosyal kurtuluş mücadelelerinden derin etkilendiler.
Tüm dünyanın gözlerini diktiği, Pekin’de yükselen deniz fenerinden, onun yol göstericisi Başkan Mao’dan ilham alıp esinlendiler.
CİSNU (İranlı Öğrencilerin Konfederasyonu – Ulusal Birlik) adını verdikleri dünya çapındaki örgütlenmeyle, yaşadıkları ülkelerdeki devrimci mücadelelere canla başla iştirak ettiler.
Bununla da kalmadılar…
Kah ABD’de devrimci komünistlerin ilk örgütsel adımı olan Devrimci Birlik’in saflarında, kah Türkiye’de İbrahim Kaypakkaya’nın yoldaşlarıyla omuz omuza, kah Filistin’de siper başlarında hararetli tartışmalara öncülük ettiler.
1976’da Kızıl Çin’in karşı devrimci bir darbeyle kapitalist yolcuların eline geçtiği, Başkan Mao’nun yol arkadaşlarının derdest edildiği, “Mao Zedung Düşüncesi”ne saldırmanın Tiran darpanesinde basılan akçeyle kabul gördüğü günlerde, Marksizm-Leninizm-Mao Zedung Düşüncesi temelinde İran Komünistler Birliği’ni (İKB) kurdular.
Sonra?
Sonra Los Angeles’dan, New York’dan, Toronto’dan, Berlin’den, Paris’den, İstanbul’dan yola çıktılar.

1968’den beri dünyanın dört bir yanında haykırdıkları “Mehber Şah” (Kahrolsun Şah) sloganını, celladın ininde, milyonlarla haykırmak hatta, celladı alaşağı etmek için, devrimci coşkuyu ve cüreti kuşanıp, akın akın Tahran’a indiler…

Tacından ve tahtından sual olunmayan Şah Rıza Pehlevi, 11 Şubat 1979’da tarihin çöplüğünü boylarken, sadece İran’da değil, bütün bir bölgede, bunun beraberinde getirdiği bayram havasını ve bir uçtan bir uca, buram buram siyaset kokan muhteşem atmosferini teneffüz ettiler.

Devrimi bastırıp, bir an evvel kendi rejimini tahkim etmek isteyen Ayetullah Humeyni’nin, kadınlara Çador giyme zorunluluğu getiren kararnamesine karşı 8 Mart 1979’da Tahran sokaklarında bir milyona yakın kadını seferber ettiler.

İKB’nin önde gelen kadrolarından Kak İsmail ve Selahaddin Şemsi Burhan’ın önderliğinde, Rojhelat’ta milli zulüme ve feodalizme karşı kurulan Ettihadiy-e Dehganene Sakkız’dan (Sakız Köylü Birliği) Peşmerge Zahmetkeşan-ı Kürdistan’a (Kürdistan Emekçilerinin Peşmerge Örgütü) kadar farklı mücadele örgütlerinin saflarında bir araya gelen devrimci köylüler, İslam Cumhuriyeti’nin devraldığı Şah’ın ordusuna karşı Merivan’da, Bokan’da, Mehabad’da, Sanandaj’da, Karaftu’da kahramanca savaştılar.

Tabii ki kırsal alandaki çalışma ve silahlı örgütlenme sadece Kürdistan ile sınırlı değildi. Yarane Dehganene Fars (Fars Köylü Örgütü) ve Zahmetkeşan-ı Kuzistan (Kuzistan Emekçileri) gibi örgütler de İran devrim tarihine altın harflerle yazılacak,  İKB’nin kırsal alandaki çabalarının ürünleriydi.

İran’da, devrim ve karşı devrim güçlerinin bu denli karşı karşıya geldiği, Siyasal İslamcı faşist Humeyni rejiminin ayakta durmak ve kendisini tahkim etmekle yok olmak arasında gidip geldiği o iç savaş günlerinde, sınırın öte tarafında da,  Türkiye ve Kürdistana Bakurê’da kitlelerin devrimci coşkusu görülmeye değerdi.

Mesela bu ortamda Dersim’de ve Viranşehir’de sembolik de olsa, hatırı sayılır kitle katılımlarıyla İbrahim Kaypakkaya’nın partizanları önderliğinde toprak işgalleri yaşanmaktaydı. Siverek’de 1978’de başlayıp 1980’e kadar sürecek küçük çaplı bir iç savaşı andıran yoğun çatışmalar, sadece Ankara destekli feodal Bucak Aşireti ile PKK arasında değil aynı zamanda üçüncü bir güç olarak “İbocuları” da kapsamaktaydı.

Öte yandan İran ve Türkiye’deki bu devrimci coşkudan rahatsız olan tüm gerici güçler, bölge halklarına  karşı adeta adı konulmamış bir birlik oluşturmuşlardı. Mesela Şah’ın yıkılmasından iki ay evvel, polis teşkilatının dahi sağ ve sol gruplara bölündüğü, devlet otoritesinin yer ile yeksan olduğu Türkiye’nin Maraş ilinde, kahir ekseriyetini devrimin sosyal tabanını oluşturan, Kürt ulusundan Alevi inancına mensup azınlık üzerinde kanlı bir pogrom tatbik edilmişti.[1] Hemen hemen aynı dönemde, bir diğer karşı devrimci hadise ise İdris Barzani’nin KDP-Guyadeh Movaghghad güçlerinin Türk Jandarmasıyla birlikte el ele, İran, Irak, Türkiye üçgenininde Yekiti Niştiman peşmergelerini imha etmek için bir sürek avı başlatmış olmalarıydı.

İşte bu ortamda İran Komünistler Birliği, Türkiye’deki yoldaşlarına ortak mücadele önerisinde bulunacak ve “İktidarın Yolu” başlıklı bir konsept sunacak fakat arzu ettiği cevabı alamayacaktı.[2] Vakit maalesef devrimin ve devrimcilerin değil bilakis, emperyalistlerin ve gericilerin lehine işlemekteydi. Bölge adeta bir ateş topuna dönmüştü. 1979’un Aralık ayında sosyalist maskeli Rusya,

Afganistan’ı işgal ederken, Şah’dan sonra ABD emperyalizmi için kaybedilmesi mevzubahis bile olamayacak Türkiye’de, 12 Eylül 1980’de Türk Ordusu bir darbeyle devrime ve devrimin güçlerine karşı kılıcını çekecekti. İran’da ise Siyasal İslamcı faşist Humeyni rejiminin kendisini tahkim etmesine çanak tutacak savaşın startı da ABD destekli Irak’ın İran’a 22 Eylül 1980’de saldırmasıyla başlamış olacaktı.

“Milli Hassasiyet” ile İran’lı kitleleri etrafında toplayan ve kendisini bu savaşla tahkim etmek isteyen Humeyni rejimi, Şah’tan sonra tarihsel misyonunu oynayacak, komprador burjuvazi ve toprak ağalarının kanlı diktatörlükleri için devrimi boğmak isteyecekti. Rojhelat’tan Belucistan’a kadar İslam Cumhuriyeti’nin Pastarları çoluk çocuk, genç ihityar, kadın erkek demeden toprağı kana bulayacaklardı.

Işık süratiyle geçen bu tarihsel hesaplaşmanın tam ortasında, devrimin en fedekar evlatları, İran Komünistler Birliği (Sarbedaran)’nin[1] önder kadroları, savaşçıları 25 Ocak 1982’de, İran’ın kuzeyindeki Mazendaran eyaletinin Amol kentinde ayaklanma ateşini yaktılar.

Şehirde yaşayan 100 bin civarındaki nüfusun büyük bir çoğunluğu, canla başla yakılan ateşi sahiplendi. Bütün bir Amol, “Kudret-i Siyasi ez Lüleyi Tunfeng Birun Mihayed” sloganıyla inliyordu…

Gece yarılarına kadar süren halk mahkemelerinde, halka zulüm ve ızdırap çektiren Molla’sından Pastar’ına 23 sanık yargılanıp, ölüme mahkum edildi. İki gün iki gece süren amansız bir savaşın ardından 600’e yakın rejim askerine karşı Sarbedaran savaçıları başta yoldaş Kak İsmail olmak üzere 40 savaşçısını yitirdi ve çemberi yararak dağlık araziye çekilmeyi başardı.

Devam eden kanlı bir sürek avı sonrasında ise İran Komünist Birliği’nin 22 üyesi, savaşçısı ve militanı rejim güçleri tarafından ele geçirildi. Bu yoldaşlar ayaklanmanın yıl dönümünde 25 Ocak 1983 gecesi saat 21:00’de Tahran’daki Evin zindanlarında idam edildiler.

Altı sene sonra 6 Haziran 1989’da ölecek olan Ayetullah Humeyni ise ardında bıraktığı adeta vasiyeti sayılabilecek bir öğütte , Sarbedaran’ın bitmediğini ve mutlaka dikkatli olunmasını söyleyecekti.

Humeyni, korkusunda haklıydı. “Yenilen ordular savaşmasını daha iyi öğrenirler” sözünü hatırlatırcasına İran Komünistler Birliği (Sarbedaran) teorik ve pratik hatalarından çıkardığı onlarca dersin ardından yıllarca Uluslararası Komünist Hareket’in ve onun önemli bir mevzisini oluşturan Devrimci Enternasyonalist Hareket’in (DEH) saflarında şayan-ı dikkat bir mücadele verdi. DEH’i destekleyen ve diğer dillerin yanı sıra Farsça’da da yayınlanan Cihan-ı Berayi Feth (Kazanılacak Dünya) dergisi, Sarbedaran’ın yayın organı Hakikat ile birlikte, Ortadoğu’daki devrimcilerin arasında merakla takip edilen devrimci literatürün başında gelmekteydi.

2001’de, İran Komünist Partisi Marksist-Leninist-Maoist adı altında partileşen İran’lı devrimci komünistler, dünya çapındaki saflaşmada bugün, Bob Avakian’ın mimarı olduğu Yeni Komünizm’in önde gelen kararlı takipçileri arasındadırlar….

50 seneden fazla bir mücadele tarihine sahip, kanlı bedeller ödeyerek bugünlere gelmiş, büyük bir saygıyı hak eden bu İran’lı devrimci komünistlerin neden Bob Avakian’da ve Yeni Komünizm’de karar kıldıklarını, Abimael Guzman’nın (Başkan Gonzalo) hatırasına kaleme aldıkları tarihi yazıdan okuyalım:  “Marksizm, diğer tüm bilimler gibi dinamik olmak durumundadır ve diğer tüm disiplinlerdeki gibi, yalnızca yeni fikirlerle, doğru bilimsel sentez ile ve eski düşünce biçimlerinin eleştirisi ve bilim dışı unsurlarla dolu eski yöntem ve yaklaşımların eleştirilmesi ile dinamik ve başarılı bir hale getirebilir. Bir eğilim, başarısızlıklardan kaçınmak için daha önce biriken deneyimin eleğine umutsuzca ihtiyaç duydu, ‘hiçbir temel unsurun değişmediğine’ inandı ve kişinin ‘ilkelere’ sadık bir şekilde bağlı kalması gerektiğine inandı. Başka bir eğilim, geçmiş devrimlerin başarısızlığını, hatalarını ve eksikliklerini Marksizmin yeterince savunulmamasına ve devrimin gerekliliğinin reddedilmesine bir kaynak haline getirdi; orta sınıflar ve işçi sınıfının daha istikrarlı tabakalarına aslında kapitalist sınıfın demokrasisi/diktatörlüğü olan bir burjuva demokrasisi çerçevesinde bazı özgürlükler ve fırsatlar için mücadele çağrısında bulundular.

Bu iki eğilimden hiçbiri, dünyayı yöneten baskı ve sömürü yapılarının karakterini, Marx’ın kurduğu ilkeleri kullansa bile anlayamaz, onun değiştirilmesi gerektiğini göremez ve bunun için çabalayamaz. DEH içinde (ve dışında da çeşitli biçimlerde) örgütlenen parti ve organizasyonlar arasında yükselen bu iki eğilimin aksine, Bob Avakian tarafından yeni komünizm geliştirilmiştir. İşin aslı, yeni komünizmin evrimi MLM’nin bölünmesinin tohumlarının gerçeğe dönüşmesini içerir.

Aslında Bob Avakian’ın yeni komünizm ile geliştirdiği en önemli noktalardan biri, komünizmin gövdesinde en başından beri var olan (özellikle metodoloji ve epistemoloji alanında) ve büyük ölçüde bilimsel olanlarla tutarsız olan hatalı unsurları tespit etmek ve komünizmi bunlardan ayırmaktı. Zamanla komünizmin bünyesindeki bu hatalı unsurlardan kopmanın gerekliliği daha da keskin bir şekilde kendini göstermeye başlamıştır. Çünkü bu unsurlar, dünyanın yaşadığı büyük değişimlere müdahale etmede aktif hale geldiler, revizyonist çizgilerin, sayısız yanlış yöntem ve yaklaşımın oluşumuna giderek daha fazla kaynak oldular. ‘Komünizm’ adı altında söylenen ve yapılanlar devrimi olumsuz şekilde etkiledi. Bob Avakian komünizmi geliştirmenin ve onu daha doğru bir temele oturtmanın akut gerekliliğine başarıyla yanıt verdi. Avakian, komünist devrimci insanın kafasını karıştırabilecek metodolojik ve epistemolojik hataları tespit etti. Komünizmin yeni sentezi, Marksizmi daha bilimsel bir temele oturtarak, onu dünyanın analizinde çok güçlü bir araç haline getirdi ve ayrıca Bob Avakian, yeni komünizm ile daha bilimsel-doğru yöntem ve yaklaşımlar uygulayarak devrimi hazırlama ve uygulama (eski devletin yıkılması ve yeni sosyalist hükümetlerin kurulması) siyasi gücün kazanılması ve sosyalizm sonrası bir toplumun inşa edilmesi sürecine ilişkin çok önemli teoriler geliştirdi. Önceki sosyalist toplumlardan (önce Rusya’da ve sonra da Çin’de kurulandan) çok daha canlı ve dinamik olacak, insanlığı sınıflı toplumun kabuslarından kurtarma şansı daha yüksek olacak geleceğin sosyalist toplumunun bir modelini sunmuştur.

… Ayacucho’dan Lima’ya Peru’da devrimlerini geri almak ve yankee emperyalizmine bağlı kapitalist sınıfların başlarını ezmek isteyenler, Bob Avakian’ın (Devrimci Komünist Parti ABD’nin web sitesinde de İspanyolca olarak mevcuttur) eserlerine kitleler halinde ulaşmaya çalışmalıdır. Peru’nun çehresini proletarya ve ezilenler lehine kökten değiştirmek ve küresel olarak devrime hizmet etmek için, komünist devrimin yeni bir aşaması için Bob Avakian tarafından geliştirilen yeni bir teorik çerçeveye ihtiyaçları var.”[5]



[1] Mao’nun meşhur “Siyasi İktidar Namlunun Ucundadır” sözünün Farsçası. Bu makalede yer alan bir dizi bilgi, “İran’da 22 Yoldaşı Katledenler, Enternasyonal Proletaryaya Hesap Verecek”, başlıklı makaleden, Partizan, (Özel Sayı), Şubat 1983’den alınmıştır.


[2] Dönemin Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Sedat Celasun, Maraş”taki pogrom ile ilgili kaleme aldığı raporda, “Esasen ülkemizdeki olayların büyük bir bölümünü dünyadaki olaylardan; bölgemizdeki olayları da Türkiye’nin diğer bölgelerindeki olaylardan soyutlamaya imkan yoktur” diyecekti. Raporun tamamı için bkz. Kenan Evren’in Anıları, Milliyet Yayınları, İstanbul, 1990, s. 231.

[3] Fakat İbrahim Kaypakkaya’nın ardılları, 1978’den beri Türkiye’de şartların bir gerilla savaşı vermek için “elverişli olmadığını” ve uzun bir “Gerilla Savaşına Hazırlık Dönemi”nin yaşanması gerektiğini söylemekle kalmıyor aynı zamanda “Türkiye Halkı İran Halkının Haklı Mücadelesini Destekliyor” başlıklı broşürde (Le-Ya Yayınları, 1979) Humeyni’yi “antiemperyalist-milli burjuva” ilan ediyordu. 

[4] “Sarbedaran” sözcüğünün Türkçe karşılığı, “darağacında verilen ser”. 

[5]Hakikat, 15 Eylül 2021, “Peru Komünist Partisi Lideri Abimael Guzmán’ı (Başkan Gonzalo) Anarken”. Türkçe çeviri için bkz: https://yenikomunizm.com/peru-komunist-partisi-lideri-abimael-guzmani-baskan-gonzalo-anarken/

“Şanlı Amol Ayaklanması’nın 40. Yılı Vesilesiyle” üzerine 2 yorum

  1. Bu bahsettiğiniz “İktidarın Yolu” teklifinin kaynağı nedir acaba? Aynı iddia bu kadar açık olmadan ama buna atıfla “Silahlı Ekonomizm” yazısında da vardı. İddia mıdır? Dokümanı var mıdır? Varsa yayınlanmış mıdır?

    İkincisi, TKP (M-L) için (1979 şartlarında!) Humeynî’ye milli-burjuvazinin (sizin eklemediğiniz kısmıyla sağ kanadının) temsilcisi demesine laf diyorsunuz ama yazıyı üzerine inşa ettiğiniz ilgili Partizan özel sayısındaki alıntılarda da İKB benzer bir tavır almış, hatta daha da ileri gidip Humeynî’yi küçük-burjuvazinin temsilcisi ilan etmiştir. Dayandığınız kaynaktan direkt alıntı:

    “… Devrim için objektif durumun içerdiği muazzam fırsatlar ve tehlikeler İKB,
    sadece İran devrimi açısından değil, proletaryanın enternasyonal çıkarları açısından tahlil ediyor, ML siyaset ve taktiklerin devrimci hareket ve geniş devrimci kitleler tarafından benimsenmesi için her alanda mücadele ediyordu. 20 Haziran 1981 de Bani Sadr’ın tasfiyesine kadar süren ilk dönem içinde, İKB iktidar kanatları arasındaki dalaşmanın varlığını reddeden, bu kanatların sınıf niteliklerini doğru kavramayan, iktidarı tek-merkeze pekişmiş ve bütünüyle karşı devrimci gören siyasetlerin çizgisini ve pratiğini eleştiriyordu. 1980 3. Konferans raporunda belirtildiği gibi, İKB iktidarda hâlâ üç ana mevzilenmenin mevcut olduğunu vurguluyordu:
    1— Devrilen rejimin kalıntısı olan tümden karşı-devrimci, emperyalizme bağlı ve milli burjuvazinin sağ kanadıyla işbirliği yapan komprador burjuvazi ve büyük toprak ağaları. Bu kanadın özellikle ordu içindeki gücü ve etkisi büyüktü. İktidar kanatları arasında yer sahibi olması milli burjuvazi ve küçük burjuvazinin sınıfsal tutarsızlığı, emperyalizm ve gericiliğe uzlaşmacı tavizlerinin ürünü olarak vurgulanıyordu.
    2— Milli ve liberal burjuvazi ve ittifak içinde oldukları toprak ağaları. Bu güçlerin sağ kanadının “Nehzat Azadi” ve “İslam Cumhuriyet Partisi” içinde örgütlendiğine ve tamamen karşı devrimci bir rol oynadığına ve yürütme organlarının çoğunu elinde tuttuğuna işaret ediliyordu.
    3— Humeyni’ye bağlı küçük burjuvazi ve küçük toprak ağalarının iktidar kanadı. Sınıf niteliğinden ötürü bu kanadın yerli gericilik ve emperyalizm ile çelişki içinde olduğunu ama diğer yandan işçi ve köylülerin çıkarlarına karşı mücadele ettiği, feodal sistem ile ilişkisinden ötürü büyük toprak ağaları ve yerli gericiliğe karşı mücadele etmediği, sadece emperyalizme karşı tavır takınmakta olduğu vurgulanıyordu.”

    Yine İran devriminin anti-emperyalistliği meselesinde de İKB, “devrimi savunmak” adına İran-Irak savaşında dahi cepheye gitmiştir (ki buradan çalınan bazı silahlar Âmul’a gitti), TKP (M-L)’nin mi İran devrimine haklı bir şekilde anti-emperyalist demesi hatalıdır? Bu yaptığınız çok haksız bir eleştiri.

    Ayrıca kimi isimleri yazarken ya direkt yabancı dillere yapılan romanizasyonu, ya da hatalı Türkçeleştirmeleri yazmışsınız (ilgili Partizan yazısı da yapmış). Çoğu sık yapılan hatalar olduğu için, kötü bir niyet olmadan doğrularını yazıyorum:

    1) Çador değil, çâdur
    2) Ettihadiy-e Dehganene Sakkız değil, İttihâd-i Dehgânân-i Sakkız
    3) Peşmerge Zahmetkeşan-ı Kürdistan değil, Peşmerge-i Zahmetkeşân-i Kurdistan
    4) “Merivan’da, Bokan’da, Mehabad’da, Sanandaj’da, Karaftu’da” değil, Merîvân, Bûkân (Kürtçe’de Bôkân), Mehâbâd, Senendec, Kereftû.
    5) Yarane Dehganene Fars değil, Yârân-i Dehgânân-i Fars.
    6) Zahmetkeşan-ı Kuzistan değil, Zahmetkeşân-i Hûzistân
    7) “KDP-Guyadeh Movaghghad” değil, KDP-Qiyada Mûwaqet
    8) Sarbedaran değil, Serbedârân.
    9) Mazendaran değil, Mâzenderân
    10) “Amol” değil, Âmul.

    Farsça romanize edilirken Arapça’dan farklı romanize edilir. Mesela u sesi için o diye yazılır ama bu ister gizli u (vav’sız), ister açık u (vav’lı) olsun, u diye okunur. Bazen vav’lı u’yu ayırt etmek için ou diye de yazılır.

    Son olarak Âmul ayaklanmasının darbeci yönüne de değinmenizi isterdim. Ayaklanma başta Tehrân’da (şehirde) planlanmış, Âmul (Tehrân’a 180 kilometre mesafede) yedek bölge seçilmiş, sonra Tehrân’da ayaklanma ihtimali baskı sonucu imkansız olunca diğer bölge birincil olmuştur. “Kitlelerin ayaklanmış-ayaklanmaya hazır ve Humeynî yönetimince hayal kırıklığına uğrayıp son illüzyonları da silinmiş kesimlerini harekete geçirmek” ve “devrimin tam ortasında bir cephe açmak” (başarılabilseydi bunu başka “cepheler” de izleyecekti) adına aslında darbeci bir çizgi izledi, kırlık bölgelere dayanmadı (şehirleri ele geçirmek stratejisiyle Âmul kırlık olmadığı için gidip ormanlarda saklandı [burada ormanda olması değil, hangi ormanda oluşu sorun]). Eleştirdiğiniz 1979 broşürü aslında bu tarz bir eylem çizgisine dikkat çekiyor, bu hatalı çizgiyi eleştiriyordu. Bu noktada aslında İKB, eşitsiz çatışmalarda ve hatalı stratejide neredeyse bütün değerli yöneticilerinin imhasına giden yolu açtı. “Yenilmiş ordu” çok da iyi bir ders almamış olacak ki, 1985 AWTW makalesinde buna açıkça değinilmiyordu. Dahası bu durum, zaten İran’a dışarıdan taşınmış olan İKB’nin yok edilmesine sebebiyet verdi. 1983 idamları ve 1988 hapishane katliamları, tabuta çakılan son çivi oldu.

    Yenilmiş bir devrimci hareket olmak, utanılacak bir şey değildir ama bu kadar hatalı bir stratejiyi “ML-MZD” adına yapmak ve bundan gerekli dersi çıkarmamak, utanılacak bir şey olmalıdır. İran devriminin sorunu zaten kırlarda devrimci bir hareket inşa edilememesi, devrimin şehirlerde sıkışıp kalması sorunuydu (Kürdistan ve Azerbaycan harici kırsalda bir gerilla hareketi yoktu).

    GSHD denen sağcı saptama evet, Türkiye devrimine hizmet etmedi, gelişimin önüne geçti, peki bu yarı-darbeci yarı-ayaklanmacı tez İran devrimine hizmet etti mi? İran devriminde karşı-devrimin egemen olmaya başladığı bir durumda, belki sıkılacak son kurşun bu hareket iken, onu hem geç, hem de yanlış sıkmak korkunç sonuçlar doğurmadı mı? Eğer İKB’nin stratejisi bu kadar hatalıysa, bunların önerdiği yolun 1979’da izlenmesinin yaratabileceği zararları da (madem hiç olmamış şeyleri farazi düşünüyoruz) düşünmek gerekmez mi?

    Son olarak, tekrardan, İKB’nin bu bahsi geçem teklifine dair kaynak verirseniz çok minnettar olurum. Kolay gelsin.

    1. Evvela çok özür dilerim yazınızı şimdi gördüm. Evet, İKB’nin Humeyni tahlillerine dair eleştirilerinizin bir çoğuna katılmamak mümkün değil. Fakat yazıya dikkatle bakarsanız, sona doğru, daha sonra İran Komünist Partisi Marksist-Leninist-Maoist adını alacak olan İKB kadrolarının, Peru Komünist Partisi’nden yoldaşlara yaptıkları çağrıda kendilerinin de hatalarının KAYNAĞINA değinen ve nasıl üstesinden gelmeye çalıştıklarını belirten bir bölüm var. O yüzden ben yazının akışını bozmasın diye İKB’nin hatalarına özgül örnekler vermek istemedim. Öte yandan tüm hatalarına RAĞMEN, İKB ve İbocular bir araya gelmiş olsalardı, YENİLSELER BİLE GERİDE BUGÜNKÜNDEN ÇOK DAHA FARKLI BİR MİRAS BIRAKIRLARDI. Bunu takdir edebilmek için geçmişe ve bugüne materyalistçe bakmak lazım. İkincisi, 70’lerin ikinci yarısında İbocular’da siyasi ve ideolojik hatta başlayan tavsama, çözülme ve dağılma aşama aşama bugüne geldiği noktada legalizm ve parlamenterizmle neticelendi. Yurt dışından İran’a ölümüne gelen İKB kadroları hiçbir zaman böyle bir noktaya varmadılar. Şükür ki şükür, içinden vekil ve belediye başkanı çıkarmadı. Sizin “son çivi” dediğiniz mücadelelerde dahi, tüm hatalarına rağmen, İKB her zaman devrimin bayrağını yükseltti… son olarak, bahsi geçen belge maalesef diğer arşiv malzemeleri bugün artık yok. Fakat 80’lerde bu belge hakkında epey münakaşa edildiği de bir gerçek. Umarım bir gün bir yerlerden çıkar. Selam ve sevgiler…

İK'ci için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir