Kaypakkaya’ya bir de bu gözle bakın
Emrah Cilasun’la İbrahim Kaypakkaya ve mücadelesi üzerine
18.05.2016
Bugün, 68 gençlik hareketinin önderlerinden İbrahim Kaypakkaya’nın 43. ölüm yıldönümü. Ölüm yıldönümü vesilesiyle “Fırtınalı Yıllarda İbrahim Kaypakkaya” kitabı yeni baskısını yapan Emrah Cilasun’la İbrahim Kaypakkaya ve mücadelesini konuştuk.
Kitabında İbrahim Kaypakkaya’nın bugüne kadar yayımlanmamış yazılarına yer veren Cilasun’un sorularımıza verdiği yanıtlarını aynen yayınlıyoruz:
Kitabınızın 1. baskısı için yazılan önsözünde Kaypakkaya’nın hak etmediği bir “göz ardı” edilmeyle karşılandığını ve bu durumda Kaypakkaya’nın takipçilerinin de payı olduğunu yazıyorsunuz. Bu noktayı biraz açar mısınız?
Sorunuza cevap verebilmem için bu noktayı “biraz”ın ötesinde açmam gerekecek. Bakınız, İbrahim Kaypakkaya, Doğu Perinçek’le siyasi ve ideolojik mücadele içerisinde ortaya çıkmış bir ekolün kurucusudur. 60’ların sonlarında Perinçek, Çin’in SSCB ile olan keskin çelişkilerinden, SSCB’nin Çin’e saldırı olasılığından ötürü, dünya halklarının mücadelesini Çin’in etrafında bir set misali kullanmaya çalışan, şartların görece iyi olduğu dönemde “yaşasın halk savaşı” diyen, Çin Komünist Partisi’nin içindeki kapitalist yolculardan Lin Piao’nun çizgisini savunuyordu.
Lin Piao’nun derdi, müreffeh, sınıfların ve sömürünün devlet tekelinde devam ettirildiği bir Çin’di. 1970’e gelindiğinde Lin Piao için tehlike SSCB değil, Vietnam’a saldırarak Çin’in burnunun dibine kadar gelmiş olan ABD idi. Bunun içindir ki Lin Piao için şiar artık “yaşasın halk savaşı” değildi. ABD tehdidine karşın Lin Piao’nun çizgisi SSCB’yi yanına çekmekti. Onun içindir ki Lin Piao “SCCB de emperyalist ama hiç olmazsa revizyonisttir” diye düşünüyordu. Kitaba aldığım Mao’nun 20 Mayıs 1970 tarihli “Dünya halkları, birleşin ve ABD saldırganları ve onların ortalığa salınmış tüm köpeklerini alt edin” başlıklı mesajı bu şartlarda yazılmıştı. Mao’nun derdi ise, sosyalizmden öte, dünya çapında sınıfların ve sömürünün ortadan kalktığı komünist bir toplum inşa etmekti. Mao Zedung, emperyalistlere karşı bu savaşı onun için veriyordu. O yüzden Mao, Lin Piao’nun elini kolunu bağlarcasına onu Kamboçya delegasyonunun karşısına çıkartıp, ona bu mesajı okutturdu.
Şimdi o günleri hatırlayın bir! İstanbul rıhtımında kovalanan ABD askerlerini, 15-16 Haziran’ı vs. Bu şartlarda kim ne öneriyordu? Perinçek ne öneriyordu? Kaypakkaya ne öneriyordu? Meseleye yiğitlik boyutuyla değil de bu zaviyeden bakarsanız, Perinçek’in aslında Lin Piao’nun çizgisinde (“şartlar iyi değil”) ısrar ettiğini, Kaypakkaya’nın ise Mao’nun çizgisinde sebat ettiğini görürsünüz. Dolayısıyla Kaypakkaya ile Perinçek arasındaki çatışma, temelden iki farklı dünya görüşü arasındaki bir çatışmaydı. Perinçek, sahte bir Mao savunusu ile aslında komünist bir dünyayı değil, sınıfların varlığını devam ettirdiği; sömürünün -mesela Titovari bir sosyalizmde- devlet tekelinde sürdüğü bir toplumu savunuyordu. Kaypakkaya ise tam tersi, Mao’nun komünist toplum ideallerine sahipti. Onun içindir ki MİT, Kaypakkaya hakkında şu tespiti yapıyordu:
“Türkiye’de komünist mücadelede şimdiki halde en tehlikeli olan Kaypakkaya’nın fikirleridir. Onun yazılarında sunduğu görüşler ve öngördüğü mücadele metotları için hiç çekinmeden ihtilalci komünizmin Türkiye’ye uygulanması diyebiliriz.”
Maalesef Kaypakkaya’nın takipçileri bu tespiti bilmelerine rağmen, önemini kavramamışlardı. Nasıl mı?
Kaypakkaya’nın, TİİKP’in kapısını vurup çıktıktan sonra kendi ekolünü kurup, öngördüğü mücadeleye başlaması, yakalanması toplam 11 ayı kapsar. Onun işkencede öldürülmüş olması (18 Mayıs 1973), ardından üç sene sonra 1976’da kızıl Çin’de kapitalist yolcuların iktidara gelmesi, tüm dünyanın devrimcilerinde olduğu gibi Kaypakkaya’nın yoldaşlarında da ciddi kafa karışıklıklarına yol açtı. “Herhalde Kaypakkaya’nın ve Mao’nun çizgisi hatalıydı ki yenildik” denildi. Bu düşünce dinamiği düşünmeden şu özeleştiriyi bile verdirtti: “Şartlar elverişli değildi, Kaypakkaya yoldaş geri çekilmeliydi.” Düşünmeden diyorum zira Kaypakkaya’ya “geri çekil” demek, “TİİKP’in kapısını aç ve gerisin geri gel Şafak revizyonizmine teslim ol” anlamına geliyordu. Zaten bu öneriyi yapanların bir kısmı da (mesela Yalçın Büyükdağlı, Ali Mercan, Arslan Kılıç) gidip Şafak revizyonizmine teslim oldular. Bu felsefi açıdan ampirizme denk düşen ve “bir çizgi doğruysa kazanır, yanlışsa kaybeder” bakış açısı maalesef çok uzun yıllar diğerlerinde mevcut olduğu gibi Kaypakkaya geleneğinde de mevcudiyetini korudu. Halbuki her iki yenilgi de çizginin esasının yanlışlığından değil, güçler dengesindeki eşitsizlikten ötürü alınmıştı. Dolayısıyla burada Mao ile Lin Piao, Kaypakkaya ile Perinçek arasındaki temelden dünya görüşüne dayanan çatışma göz ardı edilmiş olunuyordu. Eh, siz kendi ekolünüzün kurucusuna bu gözle bakarsanız onun göz ardı edilmesine de karşı koyamaz; savunmanız gereken yerde de onu savunmaz duruma gelirsiniz.
KOMÜNİZME SIRTLARINI DÖNDÜLER
Kaypakkaya’nın 42. ölüm yıldönümünde düzenlenen bir etkinlikte yaşadığınız trajikomik bir tanıklığınızı yazıyorsunuz, “(…) Kulak kabarttığım bir genç, ‘Proletarya diktatörlüğü istemiyorum’ diyordu. ‘Çünkü’ diye devam ediyordu yağız delikanlı, ‘proletarya diktatörlüğü 70 yaşındaki anamın Alevi inancını yasaklayacak. Ben, dinlerin, inançların ve kimliklerin özgür olduğu bir toplum istiyorum. Ben, Alevi ve Dersimli bir İbo’cu olmakla övünüyorum.’ (…)” Devrimci önderlerin, fikirlerinden kopartılarak adeta birer “poster güzeli” muamelesi görmesini ve ikonlaşmasını eleştiriyorsunuz…
Aslında bu bir sonuç. Önemli olan bu noktaya nasıl gelindiği. Alıntı yaptığınız yerin üstünde ve altında, bu noktaya nasıl gelindiğini izah etmeye çalışıyorum. Hiçbir şey durağan değil. Maddenin hareket halinde oluşu, şeylerin evrimi, fikriyatın dinamiği herkesi bir yerlere doğru itiyor. Tüm bunlara materyalistçe bakmak zorundayız. Bugün 2016’da, komünizmin tasavvuruna dair bir yol ayrımındayız (Tabii bunun da bir evveliyatı var). Bu yol ayrımının bir noktasında, benim de daha öğrenmekte olduğum, büyük ilham aldığım, Kaypakkaya ile 1960’ların aynı Maoist geleneğinden gelen Bob Avakian’ın inşa ettiği komünizmin yeni sentezi bulunmaktadır. Avakian’ın, son kırk yıldır üzerinde çalıştığı büyük sorun, komünist devrimin ilk dalgasından (1871-1976) alınacak dersler, onun baş döndürücü nitelikteki kazanımları ile birlikte sorunlarını ve açmazlarını da ortaya koyarak bir çıkış yolu inşa etmek üzerinedir. Bu sentez, felsefeyi, enternasyonalizmi, sosyalist toplumda proletarya diktatörlüğü ve iktidarın kullanımını ve stratejiyi kapsar. Avakian bu çalışması ile ve ayrıca geniş entelektüel, bilimsel ve sanatsal düşünce ve girişimlerden sonuçlar da çıkararak, komünizmin yeni sentezini geliştirmiş ve bugün komünizm açısından keskin bir ayrışım çizgisini ortaya koymuştur.
Yol ayrımının bir diğer noktasında ise bugün, komünist bilime bakmak yerine, Rousseau, Popper, Arendt, Habermas, Negri, Badiou ve Žižek’e bakmayı yeğleyenler bulunmaktadır. Adları her ne olursa olsun, Marx’ı, Lenin’i, Mao’yu, 18. yüzyıl filozofları ve onların devamı olanlarla boyamaya çalışanlar, çoktan sırtlarını komünizme döndüler. Bilinçlice, önderlik edip sınıfsız bir dünya kurma mücadelesinin sorumluluğunu üstlerinden attılar. Bu güçlerin kimisi geçmişin yanlış tecrübelerine sarılırken, kimisi de geçmişin doğru tecrübelerinden kopma telaşına kapıldılar. Velhasıl ortak müşterekte; burjuva hak, hukuk, hürriyet ve demokraside buluştular.
Bahsi geçen gencin fikri bunalımı bu yol ayrımının bir tezahürüdür.
“KOMPRADOR MARKSİSTLER”
Kitabın önceki baskılarında “Kaypakkaya’nın ismini vermek istemeyen bir arkadaşı”olarak görüşlerine yer verdiğiniz kişinin Numan Kurtulmuş’la birlikte Has Parti’yi kuran Cem Somel olduğunu belirtmişsiniz. Somel’in durumunu doğal olarak “savruluş”olarak niteliyorsunuz. Bir kısmı liberalizme ve kimlik siyasetine bir kısmı AKP’yle kan bağı olan sağ yapılara savrulan eski kuşak “devrimci”lere değinmek ister misiniz?
Marx’ın şu sözlerini hatırlamakta fayda var:
“Bu sosyalizm, devrimin sürekliliğini; tüm sınıf ayrılıklarının kaldırılmasına, bu sınıf ayrılıklarının dayandığı tüm üretim ilişkilerinin kaldırılmasına, bu üretim ilişkilerinin karşılığı olan tüm sosyal ilişkilerin kaldırılmasına, bu sosyal ilişkilerin sonucu olan tüm fikirlerin devrimcileşmesine zorunlu geçiş noktası olarak proletaryanın sınıf diktatörlüğünün ilanıdır.”
Şayet siz devrimin meşakkatli yolunu, Marx’ın bu sözlerini temel almadan arşınlar ve “gerisi Allah kerim” derseniz varacağınız yer kâh liberalizm, kâh kimlik siyaseti, kâh AKP veya fark etmez bir başka durak olur. Mesela Perinçek’in Lin Piao’culukla başlayan serüvenine bakalım. Devamında ne oldu? Madalyonun öbür yüzüne, 3 Dünya’cı Deng Siao Ping’ciliğe evrildi. 70’lerin ikinci yarısında ABD’nin ve rejimin yanına savruldu. 12 Eylül’de Evren’in, 80’in ikinci yarısında Özal’ın yanına yuvarlandı. Kendilerine “proleter devrimci” diyenler komprador “Marksist” oldu. 80’lerin sonuna doğru Saçak sayfalarında, Birikimciler’den önce sivil toplumculuğu savundu. Peki ya bugün? Artık açıktan Marksizme gerek duymaksızın, Nasyonal Sosyalizm’e demir attı. Aralarındaki küçük farklılıklara rağmen şimdi, Marx’ın yukarıdaki sözlerini hatırlayarak bir düşünün. Doğu Perinçek’ten Halil Berktay’a, Şahin Alpay’dan Oral Çalışlar’a veya Cem Somel’e kadar… Bunların arasında ne gibi bir fark var?
TİİKP önderliğine yazılmış ve Halil Berktay imzalı bir mektup yayınlıyorsunuz… Kitabın en dikkat çekici kısmı burası sanırım. ’77 1 Mayısı’nda solcuların birbirini öldürdüğünü iddia eden ve pek “hümanist” bir imaj çizen Halil Berktay’ın Kaypakkaya’nın öldürülmesi gerektiğini yazdığını görüyoruz mektupta. Bir de bu tür “savruluşlar” var, biraz daha açmak ister misiniz bu noktayı?
Hümanist mi? Tırnak içinde bile yazılması mümkün değil. Rejimin bugün Kürdistan’daki kanlı icraatlarını Berktay, Serbestiyet’teki köşesinden; Perinçek de Aydınlık’taki köşesinden alkışlamaktadır. Adeta birbirleriyle yarışmaktadırlar. Gerçi Berktay hayatı boyunca hep “vur” denildiğinde öldürmüştür. Kaypakkaya meslesinde olduğu gibi. Kitapta da anlattığım gibi Perinçek’in, Kaypakkaya’yı tasfiye manevralarının bir sonucu olarak Berktay, Kaypakkaya’nın öldürülmesini önermiştir. Bugün de durum farklı değildir. Sadece “kraldan çok kralcı” olmak için kendine “kral” seçtiği simalar değişmiştir.
Odatv.com