Mustafa Suphi ve Yoldaşlarını Kim Öldürdü?
Sezen İngilok (Mavi Defter)
“Acı gerçek, bizi yükselten yalandan daha yararlıdır” Vladimir İlyiç
LENİN
Eleştirel yaklaşmak, sorgulama isteğini ve gücünü benliğinde bulmak gerçeği
bulmak için çıkılan yolda atılan temel adımlardır. Şüphecilik ise yolun başında
elimizdeki en etkili silahtır. Ünlü düşünür Descartes gerçeğe giden yolda
düşünceleriyle bu yolun temel yapı taşlarından birini koymuştur. Var olmamızı
düşünme eylemini gerçekleştirebilmemize dayatmakta, düşünmemizin kanıtı olarak
da şüphe etmemizi göstermekte ve “Şüphe ettiğim sürece kendisinden şüphe
etmeyeceğim tek şey şüphe etmekte olduğumdur” diyerek ‘varoluşsal’ gerçekliğin
kanıtlarını şüphenin doğuşuna dayandırmaktadır.
Yazar Emrah Cilasun’un da yapmaya çalıştığı şüpheyi içimizde doğurtmak ve bir nevi ufkumuzu genişletmek. İlk olarak Lenin’in “Acı gerçek, bizi yükselten yalandan daha yararlıdır, gevelemeden ve şartlı şurtlu konuşmadan daha değerlidir” sözü üzerinden konuya giriş yapmakta ve “86 yıl evvel işlenmiş olan cinayetin hem mağdurlarına hem de sorumlularına bugün dönüp serinkanlıca bakmanın sayısız faydaları olacağı kanısındayım” diyerek niyetini daha açık bir ifadeyle ortaya koymakta. “Mustafa Suphi kimdir?” diye sorup işe başlandığındaysa tarihin akışı birden 1900’ler ve öncesine kaymakta. Türkiye Komünist Partisi’nin kuruluşu, ardından yaşanan hezimet, Mustafa Suphi’nin bunda ne derece rolünün olduğunun anlaşılması ve bütün bunların Osmanlı ve Türkiye Tarihi’nin Cumhuriyet’in kurulmasına kadarki sürecinden bağımsız düşünülemeyeceği? Bunları defalarca vurgulayan yazar, olaylara Mustafa Kemal’in tarih sahnesine çıkışını, Anadolu’nun içinde bulunduğu karmaşayı ve rejim değişikliği sürecini de katarak geçmişe bütünsel yaklaşabilmemizde bize derin katkılarda bulunmakta.
“İdeolojik değişimin sorgulanması”
Tarih sahneleri yavaş yavaş ardı sıra ilerlerken Mustafa Suphi’nin yaşadığı
ideolojik değişim rüzgarları da hafiften esmeye başlamakta. Bir yanda 1889-1908
yılları arasında İttihat ve Terakki içindeki milliyetçi bir altyapıya sahip
olan, sistemi ele geçirme düşüncesine sahip bir oluşumda yer alan Mustafa Suphi
varken diğer yanda koşulların değişmesiyle ülke dışına çıkmak zorunda kalan,
ardından çareyi Sovyet Rusya’ya gitmekte bulan, derken komünist ideolojiyi
benimsediğini öne süren ve ardından Türkiye Komünist Partisi kurucularından
olan Mustafa Suphi karşımıza çıkmakta. İşte değişimin rüzgarları burada
şiddetlenmekte ve beklenilen bir anda beklenilmeyen bir şekilde kendini
yenilginin kucağında bulmakta.
Peki sorumlusu kim bu yenilginin ya da sorumluları? Tam da bu noktada yazar, Türkiye Komünist Partisi’ni irdelemeye başlamakta ve bir kez daha kanıtlar serilmekte ortaya. Mustafa Suphi’nin dönüşümünün gölgesinde kalan ideolojik boşluklar ve her bir hamlede gitgide genişlemesi boşlukların? Belki de Mustafa Kemal ve siyasi oyunları, yarattığı aldatmaca, Komünist Fırkası’yla Suphi ve yoldaşlarını tuzağa düşürmek için bu boşlukları kullanmaktaki üstün çabalarını sergilemek asıl amaç. Sorular ve cevaplar, sorgulamalar ve kanıtları diye ilerlerken sayfalar; yazar, düşüncelerini cömertçe ifade etmekte ve “1921’de yaşanan ağır yenilgi yalnızca siyasal bir yenilgi değildir; aynı zamanda ideolojik bir yenilgidir ve bu yenilginin sorumluluğu tamamen Mustafa Suphi’ye ve onun önderi olduğu Türkiye Komünist Partisi’ne aittir.” demekte.
Son derece iyi araştırılmış, özenle sıralanmış, kronolojik olarak tarihi olayların anlaşılması kolaylaştırılmış güzel bir araştırma kitabı. Bunda yazarın belgesel niteliğindeki eserlerinden sağladığı deneyimlerinin de payı oldukça büyük. Gerçeği bulmak konusunda oldukça zorlandığımız, hatta engellendiğimiz ve heyecanımızı yitirmeye başladığımız şu günlerde Agora Kitaplığı’ndan çıkan Emrah Cilasun’un “Mustafa Suphi Ve Yoldaşlarını Kim Öldürdü” adlı kitabı umudumuzu yeniden ayakta tutmayı başaracak gibi. Hakikate giden yolda benliğimizi tutuşturacak, bizi uyandırmayı başaracak bir kıvılcım olur belki de, kim bilir?…