Adalet ve Mülk
@EmrahCilasun (1 Temmuz 2017)
CHP’nin başkanı yürüyor.
Ne için?
Adalet için!
Adalet?
Şayet rejimin, “sınıfsız, imtiyazsız kaynaşmış toplum” palavrasına inanlardan değil de bilakis sınıflı toplumda yaşadığınızın bilincindeyseniz, serin kanlı sorulması gereken soru şu:
Burada bahsedilen adalet, kimin, hangi sınıfın adaletidir?
Ya da “adalet mülkün temeli” ise mülk sahibi veya sahipleri kimlerdir?
Bu minvalde zihnimizi provoke etmeye devam edelim.
1923’de rejimi kuran kadroların adlarını ve kim olduklarını biliyoruz.
Peki ya sahip oldukları mülkleri?
İşte size iki örnek:
Örnek 1: 1926’da TKP Konferansı’na katılan Adana delegesinin sunduğu rapordan: “Adana ziraat memleketidir. Pamukla iştigal eder. Şehirde tahminen 17-18 kadar fabrika vardır. Bunların 15’i faaliyettedir. 3 tanesi Kuva-yı Milliye zamanında Ermenilere ait olmak dolayısıyla yakılmıştır. Bunların 11 tanesi hükümete aittir. Emlak-ı Milliyeye … 2 tanesi doğrudan doğruya Ziraat Bankası’nın emrindedirler. Adana’nın en büyük fabrikalarıdır. Mütebaki hükümet fabrikaları Halk Fırkası mensubininden ve Kuvayı Milliye’de bilfiil iştirak eden bazı ferdlerle bunların elinde isticar olarak tutuluyorlar. Bu kalan fabrikalarda Adana yerlisi ve hariçten gelenlerin elindedir. Bunlardan iki fabrika ecnebi sermayesidir. Burada İsmet Paşa’nın da iştiraki vardır. Pamuk şirketinde yerli bütün mütegallibenin Halk Fırkası şimdiki reisi Ahmet Remzi Bey’in Fransız şirketinin %30 unu teşkil eden sermayedarlara aittir. %70 sermaye Fransızındır. İsmet Paşa’dan maada vekaletten diğerlerinin de istişarki vardır. ” (Türkiye Komünist Partisi 1926 Viyena Konferansı, Tüstav Yayınları, İstanbul, 2004, s. 66-67.)
Örnek 2: “M. Kemal Atatürk’ün ölümüne yakın Dolmabahçe Sarayı’nda yaptığı vasiyetname ile hazineye ve CHP’ne ve cüzi bir miktarını da bazı yakınlarına bıraktığı büyük bir serveti olmuştu. Bunlar arasında 154.729 dönüm arazisi, 51 adet binası, çeşitli fabrikaları, hisse senetleri, çok sayıda hayvanları sayılabilir (Fethi Naci, Atatürk’ün Temel Görüşleri, M. Leventoğlu, Atatürk’ün Vasiyeti). Bu büyük mülkiyetten anlaşıldığı gibi, M. Kemal, mülkiyet düzeninde anlamlı bir değişikliği öngörmüyordu. “(İdris Küçükömer, Düzenin Yabancılaşması, Alan Yayıncılık, İstanbul, 1989, s. 99. )
1923’den 2000’lerin başına kadar rejimin kurucu kadroları ve onların siyasal partisi, bu ve buna benzer mülük(leri) gasp etmekle kalmadılar, aynı zamanda sahip oldukları mülkü, terazisini ellerinde tuttukları adalet ile de muhafaza altına aldılar.
Peki bu süre zarfında halka ne yaptılar?
Soyup soğana çevirmekle kalmayıp, cebirle kan kusturdular…
Şimdi, balta döner sap döner misali, mülk sahibi olmakta, cebirle kan kusturmakta onları aratmayacak bir başka hakim sınıfla çelişkileri had safaya varınca, birden “herkes için adalet” duygusuna kapıldılar.
İktidar pastasındaki mülkün yeni sahipleriyle eski sahipleri arasındaki bu çatışmadan bir çıkış yolu murad eden, halka toz pembe hayaller vaad eden ve “hafıza-i beşer nisyan ile maluldür” sözünün maalesef, canlı ispatı olan sol ise adeta meserret taşkınlığı içindedir.
Zira baştaki soruya geri dönelim.
Bahsi geçen adalet, kimin, hangi sınıfın adaletidir?
Ya da “adalet, mülkün temeli” ise mülk sahibi veya sahipleri kimlerdir?
Bu soruların cevabını, Marksist litaratürde bulmak tabii ki mümkündür.
Ama “Türkiye gerçeğini bilmeyen” (!) Marx ve diğer Marksist kuramcıların zaten “toplumda bir karşılığı” (!) veya “getirisi olmadığı için” (!) müsaadenizle, devrimci ozan İhsani’ye baş vuralım:
“Odun kırıcıydı.
Adı, İlyas’dı.
Yanaştım yanına,
Yüzünü astı.
‘İşin nasıl’ dedim,
Bir küfür bastı.
Arkasından baltasını, biledi…
‘Bana bak arkadaş” dedim.
Dedi ‘ne?’
Dedim ‘sen bir vatandaşsın’.
Dedi ‘heee!’
Dedim ‘kanun var’.
Dedi ‘çekil be!’
Dedim ‘hak, adalet’
‘Tuuuu’ dedi yere!
Arkasından baltasını biledi.”
Biliyorum. Çok soyut, çok dogmatik bir yazı oldu.
İsterseniz yazıya, CHP liderinin yürüyüşünü sol laflarla güzelleyen bir yazarın gayet “somut” sözleriyle son verelim:
“Tarih, hiçbir somut sonucu yokmuş gibi görünen siyasal eylemlerin, zamanı geldiğinde, engellenemeyen sonuçlar verdiğini ve iktidarları değiştirdiğini gösteren pek çok örnekle doludur!” (Emre Kongar, Cumhuriyet, 30 Haziran 2017)