Trabzon’da çeteciliğin serüvenine dair küçük bir ufuk turu

Ya Devlet Başa, Ya Kuzgun Leşe

Emrah Cilasun

Günün birinde Trabzon ile ilgili bir makale yazacağım aklımın ucundan geçmezdi. Fakat bu makaleyi yazmama neden olan iki nokta var. Birincisi, “Bâki İlk Selam”[1] için araştırma çalışmalarına başladığımda, kapısını çaldığım bilimcilerin başında Eric Jan Zürcher geliyordu. Sohbetimizin bir yerinde Zürcher, Tarık Zafer Tunaya’dan bir anekdot aktardı. Vaktiyle, Tunaya, Zürcher’e, “şayet Kurtuluş Savaşı araştırılacak ise, işe Trabzon’dan başlamak lazım gelir” demiş. Bu sözlerin önemini şimdi, takriben bir buçuk senedir Mustafa Suphi ile ilgili bir çalışmanın içersindeyken daha iyi anlıyorum. Makaleyi yazmama sebep olan ikinci husus ise, son bir senedir Trabzon’da yaşanan milliyetçi/ırkçı şiddete istinaden Trabzon Valisi Hüseyin Yavuzdemir’in, “Trabzon halkında bayrak ve vatan sevgisi, Tanrı sevgisi kadar kutsaldır. PKK bu yörelere gelememişse bunun nedenlerinden biri, bu insanların silah sevgisidir”[2] sözleri oldu. Bunu 26 Şubat 2006’da Trabzon Türk Ocağı’nda bir konuşma yapan, Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi (ASAM) kurucusu, Güvenlik Bilimleri-Ordu Siyaset İlişkileri – Terörizm ve Etnik Sorunlar araştırmacısı Prof. Dr. Ümit Özdağ’ın şu sözleri izledi: “Trabzon tarihine uygun bir direniş merkezidir. Trabzon ve bölge, Türkiye’nin güvenliği için hayati öneme sahiptir. Karadeniz insanının doku üstünlüğü milli güvenlik açısından çok önemlidir. Buralarda yaşayacağımız bir kriz ülkenin genelini ağır biçimde etkiler. 15 yıl önce Türk Devletinin güvenlik birimleri bana başvurarak Karadeniz Bölgesi’nde psikolojik operasyonlara karşı konferanslar verilmesini istedi. Bu bölge devletin güvenlik algılaması içine girmiştir.” [3]

Vali’nin ve Özdağ’ın bu sözleri, Tunaya’nın Zürcher’e yaptığı tembihin sebeblerini güçlendiriyor. Zira Vali’nin milliyetçi/ırkçı şiddeti kutsayarak sarf ettiği sözler, son bir sene içersinde Trabzon’da yaşanan, TAYAD’lıların linç edilmeleri teşebbüsünden, Trabzonsporlu futbolcuların haraca bağlanmasına, Beyaz Kadın ticaretinden Papaz Santore’nin ve Kürt inşaat işçisi Özkan Yıldız’ın öldürülmesine kadar varan olayların, kimlerin himayesinde gerçekleştirildiğini göstermekle kalmıyor, aynı zamanda, bu şehrin tarihsel perde arkasının sorgulanması için de kapıyı aralıyor. İşte bu makale, Trabzon tarihinde küçük bir ufuk turu yaparak, aralanan kapıdan serinkanlıca içeriye bakılabilmesi için bir davettir.

Fatih’ten kalan miras

Trabzon, hemen hemen İstanbul ya da Roma kadar eski bir şehirdir. Antik Yunan döneminde, tahminen M.Ö 700 yıllarında kurulan bu şehrin Yunancadaki ilk adı, “Trapezus” idi. Perslerin egemenliği altına girdiğinde, Pers ve Yunan kültürlerinden oluşan bir sentez, bu bölgenin “Pontus” olarak anılmasını beraberinde getirdi. Şehir daha sonra Romalıların eline geçti. Bizans döneminde imparatorluğun bir parçası gibi görünse de, Trabzon Rum İmparatorluğu adı altında kendine has bir özerkliğe sahip oldu. Bir dönem Bizans ile savaşı bile göze alan bu yerel yapı, doğusundaki (şimdiki Gürcistan) Hıristiyanlarla ve güneyindeki Akkoyunlular gibi müslüman kavimlerle stratejik işbirliğine girişti. 1461’de Trabzon’u ele geçirdiğinde Fatih Sultan Mehmet’in ilk işi, bu bölgedeki Ortodoks Hıristiyanların yaklaşık üçte birini sürmek ve mallarına da el koymak oldu. Bu politika Fatih Sultan Mehmet’ten sonra da devam etti. Sürgünden korunmaya çalışan Ortadoks Hıristiyanların çoğunluğu, mal varlıklarını korumak, daha az vergi ödemek için müslümanlığı seçtiler.[4] Kimi Ortodokslar ise, 1844’de olduğu gibi, Haznedarzade ailesinin tarihindeki son valisi olan Osman Ağa tarafından cebren Müslüman yapıldılar.[5] Ne var ki, bütün cebri uygulamalara rağmen bölgede yine de hatırı sayılır bir Ortodoks Hıristiyan kitlesi varlığını koruyabildi. Tütün, fındık üretiminin yanı sıra kıyı taşımacılığı, Rusya ve İran’la yapılan ticaret beraberinde Rum burjuvazisinin palazlanmasını getirdi.[6] Aynı durum, Ermeniler için de geçerliydi. Kaçınılmaz olarak bu azınlıkların iktisadi güçleri, bir müddet sonra siyasi emelleri de beraberinde getirecekti.

Meşrutiyetin ilanından sonra Yomra, Maçka, Tonya, Şarlı gibi nahiyelerde ve bunlara bağlı köylerde vaktiyle cebren Müslüman yapılmış hristiyanların “irtidat”a başvurdukları görüldü.[7] Bu durum, Müslümanlar ile gayri-müslümlerin arasındaki çelişkiyi daha da şiddetlendirdi.[8]

Balkan Harbi ile birlikte dalga dalga yayılmakta olan milliyetçilik akımları, Trabzon’u da etkisi altına aldı. Dini farklılıkları ve ekonomik güçleri ile zaten göze batmakta olan ve şimdi siyasi taleplerini de artık formüle etmeye başlayan Ermenilere karşı, Osmanlı devleti tarafından uygulanan tehcir ve soykırıma Trabzon da şahit oldu.[9] İttihat ve Terakki Fırkası’na bağlı ve onun milliyetçi ilkelerini tatbik etmeye hazır olan Türk eşrafı, kendi etrafında çete teşkilatlanmasına giderek Ermenilerin (ve daha sonra da Rumların) mal varlıklarına el koydu. Bugün Trabzon’da yaşanan linç kültürünün evveliyatı bu döneme uzanmaktadır. Mesala, birazdan üzerinde duracağımız, Ocak 1921’de Trabzon’da, Mustafa Suphi’lerin linç ortamını hazırlayanlar, onları motora götürüp, ardından da Karadeniz’de öldürülmelerini planlayanlar ve tüm bu cinayete deniz kazası süsü verenler, yörede, evvelden beri ihtisas sahibi olan faaillerdi. Zira, bu cinayetin aynısı 6 sene evvel Ermeniler üzerinde tatbik edilmişti. Bu şehirdeki eski İtalyan Konsolosu G. Gorni’ye göre, “Trabzon’da vaktiyle 14.000 kadar Ermeni vardı. Tehcir ve soykırımın ardından geriye yüz kişi bile kalmamıştı.”[10]

Çeteciliğin ortaya çıkışı

Günümüzde Alaattin Çakıcı, Oflu İsmail, Kürşat Yılmaz ve Sedat Peker gibi çete liderlerinin çıktığı Trabzon’da, çetecilik kültürünün tarihsel perde gerisinde Barutçuzade Ahmet Efendi, Yahya Kaptan ve Topal Osman gibi isimler vardır. Bugün olduğu gibi geçmişte de çeteler ve liderleri bir dönem devletin bekası için kullanılmışlardır. Fakat bir müddet sonra devlete rağmen devlet için hareket eden çeteler, Trabzon örneğinde de görülebileceği gibi, devletin başına ilkin bela olmuşlar, sonra devlet tarafından hizaya getirilmişler, daha sonra tekrar bela olunca da tasfiye edilmişlerdir. Şimdi olayların seyri içersinde bu durumu yakından irdeleyelim.

1916 ila 1919 arası dönemde Trabzon tam bir kaos ortamı yaşamıştı. Çarlık Rusyası 1916’da şehri işgal etmiş, işgal ordusu ile aynı dini paylaşan yörenin gayrimüslüm mağdurları (Ermeniler ve Rumlar) öç alma ve hatta ortak bir devlet kurma fırsatının geldiği kanısına varmışlardı. Ancak 1917 Ekim’inde Rusya’da patlak veren Bolşevik İhtilali, Trabzon’da da etkisini gösterdi ve Rus ordusu içerden çöktüğünde işgal kuvvetlerinin gösterdiği bu zaafı değerlendiren Türk tarafı sekteye uğrayan barış görüşmesinin[11] sonucunu beklemeden 24 Şubat 1918’de şehri geri aldı.

30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesinin beraberinde getirdiği ağır yaptırımlar altında, Trabzon’daki İttihat ve Terakki’den arda kalan eşraf ve onların himayesindeki çeteler, mevcut otorite boşluğunu da fırsat bilerek, bir yandan geride kalan ve İtilaf devletlerinin himayesinde ortak bir devlet kurma çabasında olan Rum ve Ermenilere karşı saldırıya geçerek[12], elde ettiği ganimet ile daha da zenginleşmiş[13] öte yandan 12 Şubat 1919’da kurulan Trabzon Muhafaza-i Hukuk-u Milliye Cemiyeti bünyesinde örgütlenip, İtilaf devletleri ile pazarlık yollarını da aramıştı.[14] Bu süre zarfında ise şehirde muazzam bir açlık ve yoksulluk yaşanırken[15] eşraf ve çete liderleri parasızlık nedir bilmemişlerdi.[16]

Siyasi elite gözdağı veren çete liderleri ilk başta, yeni kurulacak devletin teveccühüne de sahip oldular. Örneğin Mustafa Kemal, 25 Mayıs 1919’da Topal Osman’ı Havza’ya davet etmiş ve kendisine , “İstanbul hükümetinden aksine emir gelmiş olsa bile sen gene Pontusçularla mücadeleye devam edecek ve bunların tenkilinde bulunacaksın, işine sakın ola ki nihayet verme, bilakis hız ver demiştir.”[17]

Çeteye havale edilen cinayet

28/29 Ocak 1921’de böylesi bir muhtariyetin kendilerine verdiği cesaretle, Mustafa Suphi ve arkadaşlarını katleden faillerden en bilineni Yahya Kaptan’dır. Kaptan, Samsun’dan Trabzon’a kadar deniz taşımacılığında ve bilumum iskele işlerinde yegane söz sahibi kişidir. Trabzon’un en zenginlerindendir. Zenginliği o kadar gösterişe vurmuştur ki, Vilayet makamının dahi arabası yokken Kahya’nın arabası vardır.[18] Astığı astık kestiği kestiktir. Mesela, Hamdullah Suphi’nin (Tanrıöver) Trabzon İstihbarat Müdürlüğüne atadığı Feridun (Kandemir) Bey’i, “İçimizde hafiye istemiyoruz. İstihbarat Müdürü ne demekmiş? Lüzumu yok burada böyle işin. Gizli kapaklı işlerimiz varsa onlar bizim işlerimizdir. Ankara’ya değil ya, istersen Allah’a yaz. Trabzon Trabzonlularındır. Daha var mı bir diyeceğin, senin? Çık git memleketimizden, yoksa vallahi yakarım adamı ben”[19] diye tehdit edebilmektedir. Feridun bey bir müddet sonra, Trabzon İstihbarat Müdürlüğünün Tiflis’e nakli sonucu yakılmaktan kurtulmuştur. Aynı şeyi Mustafa Suphi ve yoldaşları için söylemek mümkün olmayacaktır.

                        Cinayetin bir diğer önemli faili “Deli Hamit” lakaplı, Erzurum Valisi Hamit Bey’dir. 1920’de takriben dokuz ay boyunca Trabzon valiliği yapmıştır. Bu dönem zarfında Trabzon eşrafı ile çok iyi geçinen Hamit Bey, Meclis seçimlerinin yapılması halinde İngilizlerin Trabzon’u işgal edecekleri endişesini taşıyan eşrafla hemfikir olup, bu şartlarda Trabzon’da seçimin yapılamıyacağını Mustafa Kemal’e bir telgraf ile bildirmiştir.[20] Fakat buna rağmen Hamit Bey kendisini, birinci dönem BMM’ne de Trabzon mebusu olarak seçtirmeyi de başarmıştır. Trabzon’daki icraatları Ankara hükümeti tarafından beğenilmemiş ve Erzurum valiliğine atanmıştır. Ancak Hamit Bey, Trabzon’daki son günlerinde (6 Ekim 1920) önemli bir görevi de ifa etmeyi unutmamış, şehrin eşrafını Müdafa-i Hukuk Kulübüne toplamış ve okkalı bir anti-komünist nutuk çekmiştir.[21]

Bu dönemde İtilaf devletlerine ait uçaklardan Bolşevikler aleyhinde bildirilerin Trabzon semalarında atılması[22] ve yaklaşık üç ay sonra, 3 Ocak 1921’de BMM’nin bir hayli İslami bir üslub ile yazılmış komünizm aleyhtarı beyannamesinin[23] bütün vilayetlere olduğu gibi Trabzon’a da gönderilmesi tesadüfi değildi. İşte bu ahval şerait içerisinde Suphi ve yoldaşları, Ankara’da Mustafa Kemal, Kars’ta Kâzım Karabekir ve Erzurum’da Vali Hamit tarafından koordine edilen bir plan çerçevesinde, Trabzon’a geldiler.[24] Valilik görevini vekaleten yürüten İsmail Sabri Bey, Sovyet Konsolosu Bagirof’a sokağa çıkmamasını tembihliyor, Müdafa-i Hukuk’un önde gelenleri, başta Kahya Yahya olmak üzere, halkı Trabzon’un girişindeki Değirmendere’ye doğru mobilize ediyor, yağmur altında bekleyen halk gitmek isteyince inzibat ve polis tarafından engelleniyor, nihayet beklenen an geliyor ve Suphi kafilesi (28/29 Ocak gecesi saat 24:30’da) Değirmendere’ye giriyordu. İnzibat güya kafilenin can güvenliğini sağlamak amacıyla, kafileyi orada beklemekte olan motora bindirecek, yanlarında on beş asker olmak üzere Suphi kafilesi, gece saat 01:30’da hareket edecek, motor sabaha karşı 04-05:00’da iskeleye boş dönecekti.[25]

O tarihlerde on yedi yaşında olan Adnan Feyzioğlu da, bunlara ilaveten önemli bir detay verek “Gelenleri görmek için Buhti’ye gittim, ancak çok sıkı tedbir alınmış olup, kimsenin kimseyi görmesine imkan yoktu, işittiğime göre kafileden Ziganoylu Yakup ve Mustafa Suphi’nin hanımı karada kalmış diğerleri Miraç Işıl’ın motoru ile denize açılmışlar, açıkta bekleyen ikinci motor onları takip etmiş. ” der. [26] Suphi’nin eşine dair bilgi, Abdülkadir yoldaşın lahiyasında da vardır. Abdülkadir yoldaş, Suphi’nin eşinin Yahya Kaptan tarafından kendi evine kapatıldığını, sonra Nemlizade Ragıp Bey’in evinde kaldığını, daha sonra ise Kahya tarafından kadının Rizelilere hediye edildiğini ve orada bir zevk arasında öldürüldüğünü anlatmaktır.[27] Suphi’nin Sovyet Rusya vatandaşı olan eşinin akibeti hakkında Trabzon’daki Türk ve Rus makamları arasındaki yazışmadan hiçbir sonuç alınamaz. Tersine, Vali Sabri, 30 Ocak 1921’de Rus Sovyet Hükümeti temsilcisine gönderdiği cevabi yazıda, “Naciye adında Türk pasaportu taşıyan bir kadın”dan bahsetmektedir.

                        Daha sonraları Mustafa Kemal’in 30 Haziran 1921’de Trabzon Müdafa-i Hukuk Cemiyeti Merkeziyesi Reisi Ahmet Bey’e ve aynı gün Trabzon İskeleler Kâhyası Yahya Reis Zade Yahya Efendi’ye başlıklarını taşıyan her iki ayrı telgrafında Trabzon’daki bu çete liderlerine “tanınmış bir muhtariyet”in izlerini görmek mümkündür. Bol miktarda iltifatlara yer verilen, milli vazifelerin şimdiye kadar olduğu gibi yapmaya devam edilmesine rica edilen bu telgraflarda, vatanperverane hissiyat ve temenniler için de teşekkür edilmektedir[28]

İti ite kırdırtmak

                        Ne var ki Trabzon’da cesaretlendirilen çetenin Enver Paşa ile flörtleşmesi, devleti rahatsız edecek ve sonu kanlı bitecek bir tasfiye hareketini tetikleyecektir. Burada da devlet, “iti ite kırdırtmak” politikasına başvuracaktır. İlkin işe tekrar bir Vali’in atanması ile başlanır. Oldukça derin bir devlet tecrübesine sahip Ebubekir Hazım (Tepeyran) Bey 26 Ağustos 1921’de Trabzon valiliğine getirilir. Ardından, 22. Ekim 1921’de, Kâzım Karabekir’in, “senden başka güvenecek arkadaşım yok, seni Enver’le uğraşmak üzere, Trabzon’daki On üçüncü Fırka kumandanlığına gönderiyorum”[29] dediği Miralay Sami Sabit (Karaman) 7 Kasım 1921’de Trabzon’da görevinin başına geçer.

                        Vali ile Fırka kumandanı arasında koordineli bir şekilde, esasen Enver ile olan ilişkilerinden dolayı Trabzon Müdafa-i Hukuk Cemiyeti’nin yönetimine karşı, var olan yolsuzluk meselesi de kullanılarak harekete geçilir. Yahya Kaptan’a karşı cadı avını andıran hummalı bir arama faaliyetine başlanır. Trabzon’daki Müdafa-i Hukuk Cemiyeti yek vücut olmuştur. Gerek Vali ve Fırka Kumandanı tatlı-sert ikâz edilmeye başlanır, gerekse de Ankara’ya durumu protesto eden telgraflar çekilir. Bu arada çetenin yayın organı olan İstikbal gazetesi Vali ve özellikle Fırka Kumandanı aleyhinde yoğun bir anti propagandaya girişir. Ekibin Meclisteki sözcüleri, konuyu meclise taşırlar. Fakat nafile! Ankara geri adım atmamakta kararlıdır. Kahya teslim olur. 12 Ocak 1922’de Sivas Bidayet Mahkemesi’nde yargılanmak üzere tutuklanarak Sivas’a gönderilir.[30] Bir müddet sonra serbest bırakılır ve Trabzon’a geri döner. Kahya’nın mahkeme tarafından serbest bırakılmasına ilişkin Tepeyran’ın anılarında şöyle denmektedir: “Üç ay kadar sonra biz Kars’ta iken o zaman Sıvas’ta bulunan Temyiz Mahkemesinin Ceza Dairesi Reisi akrabamdan Hasan Fehmi Beyden aldığım bir mektupta bu duruşma ile ilgili olarak şunlar yazılıydı:

‘Mahut Kâhya meselesi henüz ikmal edilmemiştir. Bunun lehinde nüfuzlu bir sınıfın çalışmakta ve daima takip etmekte bulunduğunu işitiyorum. Ne yazık ki mevkiim müdahaleye müsait değildir…’[31] 1922’de Sivas Ağır Ceza Mahkemesi Reisi olan Mehmet Hulusi Kellercioğlu’nun oğulları Hikmet ve İsmet Ataman’da 15.03.1989’da Cumhur Odabaşıoğlu’na şunları aktarırlar: “1921 Yılında Sivas Ağır Ceza Mahkemesi Reisi olan babamız Mehmet Hulusi Kellercioğlu, memleketine izine gitmek üzere vekaletten müsade bekliyordu, bu arada aldığı bir mektubta, Kahya Yahya şöyle yazmış: ‘Talihin darbesini yemiş bedbahlardan birisi olduğunu sizinde hemşehrimiz olduğunu duyduk, cezam idam ise idamım sizin elinizden olsun.’  Babam bunun üzerine izine ayrılmayarak daha önce gelen dosyayı tetkik ederek idamlık cezası olmadığı kanaatine varıyor. Sivas Ağır Ceza Mahkemesi’ne gelen sekiz kişi Kahya Yahya da dahil olmak üzere suçsuz bulunarak beraat ettiriliyor. (…) Annelerinden dinlediklerine göre, Trabzon mebusu Ali Şükrü Bey ile aynı köyden olduklarından bir gün köydeki evinin kapısında karşılaştığı Ali Şükrü Bey Mehmet Hulisi Bey’e, ‘Hulisi Bey sende amma cesaret var, idam kararı yemiş Kâhya Yahya’yı beraat ettirdin.’ Mehmet Hulisi Bey de, ‘ben kanun adamıyım kanuna göre hareket ettim, amma sen meclis konuşmalarında çok ileri gidiyorsun. Sen düşün’ cevabını vermiş.” Bu arada, Suphilerin öldürülmeleri meselesini de ima ederek etrafa “Sanki bütün işlerde ben tek başıma mı idim? Daha üstüme varırlarsa herşeyi olduğu gibi ortaya dökerim”[32] denli tehditler savuran Yahya Kaptan rakibi olan Topal Osman’ın yardımı ile İsmail Hakkı Tekçe tarafından 3 Temmuz 1922’de öldürülür.[33] Olaylar daha da alevlenir. Fırka Kumandanı Sami Sabit’in evine baskın düzenlenir. Fakat Sabit kurtulur. Devlet ile çete arasındaki çatışmanın bir başka perdesi daha böylece hem kapanmış hem de yeniden açılmış olur, ihtilaf şimdilik, bir ölü ve iki devlet bürokratının (Vali ve Fırka kumandanının) tayini ile neticelenmiştir.[34]

                        Trabzon ile Ankara arasındaki kavga bitmiş değildir. 8 ay sonra Trabzon ekibinin Meclisteki uzantısı ve Mustafa Kemal’i çeşitli defalar kızdıracak kadar sivri dilli Ali Şükrü[35], Hulisi Bey’in kehanetini haklı çıkarırcasına, tipik çete yöntemi ile ilkin kaçırılır, sonra da Topal Osman tarafından öldürülür. Bilindiği gibi Ali Şükrü’nün Mustafa Kemal’i kızdıran birçok konuşması olmuş ve hatta Mecliste birbirlerinin üzerlerine dahi yürümüşlerdir. Kılıç Ali, bir keresinde Keçiören’deki evinde akşam yemeği esnasında o gün Ali Şükrü’nün Meclis’te yaptığı konuşmaya istinaden Mustafa Kemal’in, “Arkadaşlar böyle beyanatta bulunan adamlar cidden döğülmeye layık adamlardır” dediğini aktarmaktadır.[36]

Ali Şükrü’nün Trabzon’daki cenaze töreni ise, çetenin son elemanları tarafından devlete meydan okuyan bir gösteriye dönüşür. Barutçuzade Ahmet ve (eski Trabzon ve Erzurum Valisi) Hamit Beyler, törende Ankara aleyhinde ateşli konuşmalar yaparlar. Hatta İstikbal gazetesinde  Hamit Bey’in Mustafa Kemal aleyhtarı zehir zemberek bir yazısı yayımlanır. Trabzon Müdafa-i Hukuk Cemiyet’i, merkez ile olan tüm bağlarını koparır. Devlet, son ve kati neticeyi almak üzere Trabzon’a bir heyet gönderir. Heyet, Trabzon Müdafa-i Hukuk Cemiyeti’nin yönetimini görevden alır. Direnenler, başta Barutçuzade Ahmet ve Hamit Bey olmak üzere nedamet getirirler.[37] Bir daha başlarını kaldırmamaları için devlet, Trabzon’a yeni bir vali olarak İttihatçıların nüfuslu şahsiyetlerinden (eski Maarif Nazırı) Şükrü Bey’i atar (9 Mayıs 1923). Vali Şükrü Bey’in, Trabzon’dan ayrılmakta olan heyet mensuplarına söyledikleri adeta bir teminattır: “Hiçbirisini kımıldatmam, nahoş bir hareket ihdas etmelerine asla müsade etmem icap ederse kafalarını kırarım!”[38]


[1] Emrah Cilasun, Bâki İlk Selam -yabancı arşiv belgelerinden ve kendi kaleminden- Çerkes Ethem, Versus, İstanbul, 2006.

[2] Faruk Bildirici, “Trabzon’da neler oluyor? “, Hürriyet Gazetesi, 11 Şubat 2006.

[3] Aktaran Ali Öztürk, Karadeniz’den Güne Bakış gazetesi, 17.03.2006

[4] Cüneyt Akalın, Öner Ciravoğlu, İ. Gündağ Kayaoğlu, Bir Tutkudur Trabzon, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 1997.

[5] A. Faik Hurşit Günday, Hayat ve Hatıralarım, Çelikcilt Matbaası, İstanbul, 1966.

[6] Stefanos Yerasimos, “Pontus Meselesi”, Toplum ve Bilim, 43/44 Güz 1988-Kış 1988.

[7] A. Faik Hurşit Günday, age.

[8] Bugün Trabzon’un en önemli özelliklerinden biri olan dini tutuculuğunun köklerine ilişkin birinci elden gözlemler için: 1921 senesinde Trabzonda Valilik yapmış Ebubekir Hazım Tepeyran’ın Belgelerle Kurtuluş Savaşı Anıları (Çağdaş Yayınları, İstanbul, 1982) çok önemli bir kaynaktır. 

[9] James Bryce, Arnold Toynbee, Osmanlı İmparatorluğu’nda Ermenilere Yönelik Muamele 1915-1916, c.1, Pencere Yayınları, İstanbul, 2005.

[10] Dr Rıza Nur, Hayat ve Hatıratım, c 3, İstanbul 1992; Sabahattin Özel, Milli Mücadelede Trabzon, TTK, Ankara, 1991.

[11] Osmanlı Devletinin de katıldığı Bolşeviklerle yapılan Brest Litovsk görüşmeleri 10 Şubat 1918’de kesintiye uğramıştı.

[12] Trabzon ile ilgili yazdığı tez çalışmasında Dr. Sabahattin Özel şöyle der: “Giresun’a inen Osman Ağa Rum okuluna asılmış olan Pontus bayrağını atının ayakları dibine serdirerek parçalatmış, bayrağı asan doğramacı ustası Rumu beraberinde götürerek hakettiği şekilde cezalandırmıştı.” (abç)

[13] 28 Mayıs 1923 tarihli Halk Gazetesi’nin bir makalesinde, “Bunlar hemen hemen harbi umuminin sivrilttiği ve zenginleştirdiği kimselerdir” denilmektedir. Aktaran Cumhur Odabaşıoğlu, Trabzon –Belgelerle Milli Mücadele Yılları 1919-1923, Trabzon, 1990.

[14] Bkz. R. Salahi Sonyel, Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika, TTK, Ankara, 1987.

[15] Dr. Sabahattin Özel, age.

[16] Trabzon Muhafaza-i Hukuk-u Milliye Cemiyeti’nin Paris ve İstanbul’a göndereceği heyetler için bu süre zarfında “üçyüz bin altın” toplanabilmiştir. Bkz. R. Salahi Sonyel, age.

[17] Hüsamettin Ertürk, İki Devrin Perde Arkası, Hilmi Kitabevi, İstanbul, 1957.

[18] Ebubekir Hazım Tepeyran, age.

[19] Feridun Kandemir, Enver Paşa Türkistan’da, İstanbul, 1945.

[20] Harp Tarihi Vesikaları Dergisi, sayı:26’dan aktaran Dr. Sabahattin Özel, age.

[21] Bkz. Age.

[22] Nami Malkoç’dan aktaran Dr. Sabahattin Özel, age.

[23] Bkz. Cumhur Odabaşıoğlu, age.

[24] Mustafa Kemal’in 29.12.1920’de Kâzım Karabekir’e, 18.01. ve 24.01.1921’de Hamit Bey’e ve 25.01.1921’de Durak Bey’e gönderdiği telgraflar için bkz. Atatürk’ün Bütün Eserleri, c.10, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2003.

Kâzım Karabekir’in 02.01.1921, 03/04.01.1921, 11.01.1921, 14.01.1921 tarihlerinde Hamit Bey’e ve 02/03.02.1921’de Erkân-ı Harbiye Umumiye Riyaseti’ne gönderdiği telgraflar için bkz. Yavuz Aslan, age.

Hamit Bey’in 03.01.1921’de Kâzım Karabekir’e, 16.01.1921, 22.01.1921 ve 29.01.1921’de Mustafa Kemal’e, 22.01.1921’de Bayburt Kaymakamı’na gönderdiği telgraflar için bkz. Yavuz Aslan, age.

[25] Buradaki özet anlatım, Suphi cinayetinin görgü tanığı Türkiye Komünist Gençler Birliği azalarından Abdülkadir’in Layihası’na dayanılarak yazılmıştır. Bkz. TKP MK 1920-1921 Dönüş Belgeleri-2, Tüstav, İstanbul, 2004.

[26] Cumhur Odabaşı, age. Adnan Feyzioğlu’nun sözünü ettiği Ziganoylu Yakup büyük bir ihtimal ile Trabzonlu Yüzbaşı Yakup olmalıdır. Yakup, Suphi’nin kafilesine dahil değildir. Daha geniş bilgi için bkz. Yavuz Aslan, age.

[27] Bkz. TKP MK 1920-1921 Geri Dönüş Belgeleri-2

[28] Bkz. Atatürk’ün Bütün Eserleri, age.

[29] General Sami Sabit Karaman, İstiklal Mücadelesi ve Enver Paşa, Arma Yayınları, İstanbul, Mayıs 2002.

[30] Buraya kadarki bilgilerin kaynağı için bkz. Ebubekir Hazım Tepeyran, age. ve General Sabi Samit Karaman, age.

[31] Ebubekir Hazım Tepeyran, age; Cumhur Odabaşıoğlu, age.

[32] Yazuz Aslan, age.

[33] Dr. Sabahattin Özel, age.

[34] Ebubekir Hazım Tepeyran, age.

[35] Kılıç Ali, İstiklal Mahkemesi Hatıraları, Sel Yayınları, İstanbul, 1955.

[36]Ali Şükrü’nün katili Topal Osman’ın ortadan kaldırılmasına ilişkin iki önemli bilgi vardır..”İsmail Hakkı (Tekçe) Bey gelince Mustafa Kemal Paşa, Osman Ağa’yı yakalamak için nereden, ne suretle hücum edilmesi gerektiğini, krokisini de çizerek anlattı ve tabur hareket etti.” Rauf Orbay’dan aktaran Cumhur Odabaşıoğlu, age. “Topal Osman Ağa, yakalanışı esnasındaki müsademede mecburen veya mukavemet etmeyip çağrıldığı Çankaya’ya kuzu kuzu giderken Muhafız Kıt’ası Kumandanı Rizeli Binbaşı Fuad Bey’in emriyle sırf konuşmasını önlemek maksadıyla kasten öldürülmüştü.” Bkz. Rıza Nur, age

[37] Buradaki tüm bilgiler için bkz. Cumhur Odabaşıoğlu, age.

[38] Damar Arıkoğlu’ndan aktaran Cumhur Odabaşıoğlu, age. Bu sözlerin sahibi olan Vali Şükrü Bey de, İzmir suikastı ile alakası bulunduğundan asılmıştır.Bkz. Dr sabahattin Özel, age.