Sırrı Süreyya Önder – Kırmızı Gül Buz İçinde

Kırmızı Gül Buz İçinde



Pınar Sağ, onu övdüğü için 10 ay hapis almış. Ne dediyse, aynısını benim de dediğimi sayın. Onu övmek haddimiz değil, buna ihtiyacı da yok.

Çorum Alacalı Ali Kaypakkaya, oğlu İbrahim’i Hasanoğlan Köy Enstitüsü’ne göndermişti. Yazları köye gelen İbrahim köy işlerine koşturuyordu.
Yaz sıcağında ortaya çıkıp, davarlara musallat olan bir sinek vardı, köylüler ‘bunelek’ diyorlardı. Bunelek davarı ısırdığında hayvanlar deliye dönerdi. Yine böyle bir gün davarlar bunelek saldırısına uğrayınca bir koşu kendilerini dereye atmışlardı. İbrahim elindeki sopayı saz gibi kullanarak şu türküyü yakmıştı:
Aşağıdan geldi buneleğin sürüsü,
Bizim mala kondu onun yarısı
Alinağa yakaladı birisi
Aldı götürüyo bakın anneler.
Çorumlu yoksul Ali Kaypakkaya, oğlu İbrahim için hazırlanan ‘Kırmızı Gül Buz İçinde’ isimli belgeselde, yiğit evladını böyle anlatıyordu.
Oğluna dair hepi topu üç anısı vardı anlattığı. Sadece “Bu türküyü ara sıra mandolinle de çaldırır dinlerdim” derken acıyla ve yoksullukla kararmış gözleri gülüyordu.
İkinci anısı, oğlunun Çapa Yüksek Öğretmen Okulu’ndan atılmasıyla ilgiliydi.
İbrahim, 6. Filo’nun İstanbul kerhanesini ziyarete gelmesine itiraz edenler arasındaydı. Sağcılar da itiraz edenlere
itiraz etmekle meşguldüler. Yayımladıkları bildirilerde ABD’yi ‘Ehli kitap’ sayıyorlardı. Çıkan çatışmalardan dolayı İbrahim, kaldığı öğrenci yurdundan atılmıştı. Babası onu tekrar yurda kayıt ettirebilmek için hatırlı bir hemşehrisine ricacı olmuştu. Hemşehri şart olarak İbrahim’in bir daha böyle eylemlere katılmayacağını bir kâğıda yazıp imzalamasını istemişti. Bu şartla yeniden yurtta kalabilirdi. Ali Kaypakkaya bu durumu oğluna söylediğinde “Baba silahın varsa çek beni vur, ‘niye vurdun’ demem. Ama bunu benden isteme! Ben bana inananları satmam, yarı
yolda bırakmam!” demişti.
Bu anıyı anlatırken bir baba evladıyla ne kadar onurlanırsa o kadar onurlanıyordu.
Üçüncü anısı, oğluna dair son anısıydı.
Oğlu, ‘Diyarbakır Zindanı’nda parça parça edilerek öldürülmüştü. Ayakları kesilmiş, kafası, kolları kesilmiş bir et yığını olarak, dönemin paşası Şükrü Olcay tarafından kendisine teslim edilmişti. 430 liraya bir tabut yaptırtmış, 70 liraya da kefen almıştı.
“…Ordan bi hamal
tuttum, o adam öylece baktı. Ondan sonra ‘Ne bu’ dedi. ‘Öğrenciydi’ dedim. ‘Burada işkencede öldürdüler, Çorum’a götürecem’ dedim. Diyarbakırlı hamal ağlamaya başladı, ‘Ben almayayım o 5 lirayı, helal olsun’ dedi. Ağladı, yürüdü gitti.”
Aynı belgeselde, Muzaffer Oruçoğlu şöyle anlatıyor: “…hamallara karşı çok derin bir sevgisi vardı. Parti kadroları içinde en çok hamalları seviyordu. Diyordu ki bu adam bu kadar çalışıyor ama bu çalıştığını bakışlarıyla, sözleriyle, davranışlarıyla hiç açığa vurmuyor. Bu korkunç bir şey. Bu, peygamberlik gibi bir şey.”
İbrahim Kaypakkaya, yoksulların gönlündeki gülistanda ‘ser verip sır vermeyen yiğit’ olarak yatmakta.
24 yıllık ömrüne 5000 sayfalık teorik üretimi sığdırdı.
Kemalizmle hesaplaşmayı, Türkiye solunda ilk akıl edenlerden oldu.
Gitmediği köy, katılmadığı direniş kalmadı.
Pınar Sağ, onu övdüğü için 10 ay hapis cezası almış.
Ne diyerek övmüşse aynısını benim de dediğimi sayın.
Onu övmek haddimiz değil, buna ihtiyacı da yok.
Onu anlamak, hatırlamak ve halkların kalbindeki yerine işaret etmek; işte bu bizim namus borcumuzdur.