Mustafa Kemal ile Mustafa Suphi, Ayyıldız ile Orak-Çekiç

Mustafa Kemal ile Mustafa Suphi, Ayyıldız ile Orak-Çekiç

@EmrahCilasun (02 Kasım 2017)

Efendim, duymuşsunuzdur.

Türkiye Komünist Partisi diye bir parti var.

Yok, bu Mustafa Suphi’nin kurduğu, 3. Enternasyonal (KOMİNTERN) mensubu Türkiye Komünist Partisi değil.

Hayır! Takrir-i Sükûn zamanı Ankara’ya yağ çeken, 1925’de Şeyh Sait İsyanı sırasında “Vurun Kürt Eşkiyası”na diyen, Suphilerin devrimci mirasının ardına gizlenen Şefik Hüsnü Değmer’in revizyonist partisi de değil.

Yok, yok! Bir zamanlar sosyalist maskeli emperyalist Moskova’nın güdümündeki Zeki Baştımar, İsmail Bilen ve Haydar Kutlu’nun bildiğimiz partisi hiç değil.

Bu benim dediğim, bildiğimiz partiyi son başkanı Kutlu feshedince ve ortada parti adını sahiplenen kalmayınca, fırsat mı fırsat TKP adını alan; nasyonal sosyalist Perinçek’i 20 sene geriden gelerek takip ve taklit eden parti.

Bir zamanlar salon şenliklerini Fransız milli marşı Marseillaise’le açan parti.

Hani 15 Temmuz sonrası, Kürt şehirleri dümdüz edilirken Türk bayraklı miting yapan parti.

Daha dün ise 29 Ekim’i “sosyalistçe” kutlamak için Ayyıldız ile orak-çekici yan yana getirmekle kalmayıp, Mustafa Kemal ile Mustafa Suphi’yi de yan yana koyup, “Sosyalizm Cumhuriyet’e çok yakışacak” müsameresi düzenleyen parti.

İşte bu partinin genel sekreteri Kemal Okuyan geçenlerde bir yazı yazmış.

Yazının başlığı, “Erdoğan Atatürkçü olursa…”

Yazarın derdi, Mustafa Kemal’in, Cumhurbaşkanı tarafından sahiplenilmesi.

Laf aramızda, Erdoğan’ın, Mustafa Kemal’i sahiplenmesi sadece devletin “kurucu lideri” seviyesindedir. Rejimin ve toplumun İslami paradigma doğrultusunda yeniden rektifiyesinin bir parçasıdır. Aynı kapitalist üretim ilişkilerini savunan  (sadece ideolojide biri Türklüğü, diğeri ise İslamı öne çıkaran) bu ikilinin arasındaki fark, niteliksel değil nicelikseldir.

Mustafa Kemal ve onun ideolojisinde sebat eden Okuyan ise, Erdoğan ile kendisi ve partisi arasındaki ayrışım çizgisinin ortadan kalkacağı korkusundadır.

Onun içindir ki yazar, kendi kitlesini sakinleştirmekle meşguldür.

Ve aklı sıra şu iki cümleyle Erdoğan ile kendisi ve partisi arasındaki ayrışım çizgisini çektiğini sanmaktadır. Okuyalım:

“Mustafa Kemal, 1920’lerin başında bu coğrafyadaki saflaşmada devrim safında yer alan bir liderdir. Emperyalist işgale karşı durmuştur, gericiliğe karşı durmuştur, Sovyetler Birliği ile dostluğu tercih etmiştir.”

Gerçi Okuyan devamla “bu gerçek manevralarla değişmez” diye de çok veciz bir cümle eklemeyi unutmamıştır ama bu iki cümle, tarihi gerçeklere karşı teşebbüs edilmiş kuyruklu bir yalanın, pardon “manevranın” dik alasıdır.

Neden mi?

Gelin Okuyan’ın bahsettiği günlere gidelim, minimum yorum ve maksimum göndermeyle hem Mustafa Kemal’in sözlerine hem de icraatlarına bir bakalım. Veya yazarımızın tabiriyle “devrim safında yer alan” liderin, “emperyalist işgale karşı” nasıl durduğuna bir bakalım.

1.

Cumhuriyet Halk Fırkası’nın 1927’de yapılan 2. Kongresi’nde okuduğu ünlü Nutuk’unda Mustafa Kemal, Samsun’a çıkışının ardından izlediği siyaseti, hiçbir yanlış anlamaya mahal vermeyecek şekilde şöyle tarif etmekteydi:

“Kurtuluş yolu ararken iki şey söz konusu olmayacaktı. İlkin, İtilaf Devletlerine karşı düşmanlık durumuna girilmeyecekti, sonra da Padişah ve Halife’ye canla başla bağlı kalmak temel koşul olacaktı.” (Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk, c.1, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1961, s.11.) (abç)

Mustafa Kemal’in “düşmanlık durumuna girilmeyecekti” dediği “İtilaf Devletleri”, Okuyan’ın “emperyalist işgal” diye tarif ettiği şeyin bizat sorumlusu olan emperyalist devletler.

 2.

“İtilaf Devletlerine karşı düşmanlık durumuna girilmeyecekti” diyen “devrim safında yer alan lider”in, Okuyan’ın emperyalizm diye tarif ettiklerine hitaben, komünizme karşı verdiği garanti de şayan-ı dikkattir.  Özetin özeti, hikâyesiyle birlikte işte 26 Şubat 1921’de Mustafa Kemal’in anti komünist sözleri:

Bir gün sonra (27 Şubat) başlayacak olan Londra Konferansı öncesi, ABD’li gazeteci Streit’ın, Mustafa Kemal’e yönelttiği sorulardan biri de komünizme ilişkindi.

Gazetecinin, “Türkiye’de Bolşeviklik, yani komünistlik, enternasyonalistlik vb. hakkında vaziyetiniz nedir” sorusuna, Mustafa Kemal, “Türkiye’de komünizm yoktur. Bütün cihan bizi milliyetçi olarak bilir ve milletimizin bağımsızlığını, haklarını ve menfaatlarını müdafaa eden kimseler olarak öyleyiz de. Şayet enternasyonalizm demekle bütün milletlerin bağımsızlık ve hukukuna saygıyı kastediyorsanız, o zaman evet, biz enternasyonalisttiz de. Diğer taraftan biz dinimize de bağlıyız. Milli ve dini ruha aykırı olan komünizmin bizde nasıl bir tatbikat sahası bulabileceğini de anlamam. Böyle bir ihtimal ancak Türk milletine karşı girişilen bir suikastın gerçekleşmesi halinde husule gelebilir” diye yanıt verir. (Atatürk’ün Bütün Eserleri, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2003, c. 10, s. 60.) (abç)

3.

Yukarıda Mustafa Kemal’in altını çizdiğim “bir suikast” sözlerine okuyucu anlamsız bulabilir. Oysa bence hakikaten ortada bir suikast vardır.

Ve bu suikast “Türk milletine karşı” değil bilakis, Mustafa Kemal’in sözlerinden yaklaşık bir ay evvel, 28/29 Ocak 1921’de, Trabzon açıklarında komünistlere karşı bizat Mustafa Kemal’in onayıyla işlenen suikasttır.

Zaten o suikast karşılığında Mustafa Kemal’in öncülük ettiği Ankara Hükümeti, İtilaf Devletleri’nin, -Okuyan’ın anlaması için alenen yazacak olursak-  emperyalistlerin teveccühünü kazanmış ve Londra Konferansı’na davet edilmiştir.

4.

Ve ne ilginçtir ki Okuyan’ın, “gerciliğe karşı” olduğunu söylediği, “devrim safında yer alan” Mustafa Kemal, Mustafa Suphi ve yoldaşlarına karşı giriştiği suikastı, gericilerle elele gerçekleştirmiştir.

Nasıl mı?

Mustafa Suphi ve yoldaşları Kars’tan Erzurum’a doğru yol alırken, Erzurum’da, Hoca Raif Efendi (ki kendisi vaktiyle Erzurum Kongresi’ne de katılanlardandır) önderliğinde, yakın tarihimizin ilk “Komünizmle Mücadele Derneği” diye adlandırabileceğimiz Muhafaza-i Mukaddesat Cemiyeti’nin aşağıdaki provakasyon beyannamesi 18-22 Ocak’ta yayımlanır ve dağıtılır:

“BEYANNAME

“Epey zamandan beri ismini işitip bazı ceridelerde okuduğumuz ve ancak ne gibi fitne ve fesat ocağı ve hile hud’a olduğunu etraflıca tedkik edemediğimiz komünistlik (bolşeviklik) ve halkçı iştirakiyun denilen mesail-i iblisanenin alçak ve memleketten kovulmuş, anası, babası belürsüz, mazileri mülevvas, cinâyet ve ceraim-i müteaddide ile mahkum ve memleket ve islâmiyetle alâkaları kat’iyyen gayr-i mevcûd bir takım edâni tarafından islam ülkelerine sokulmak ve dahilde bunlara peyrev bazıları tarafından bu fesad ve fitne ocakları uyandırılmak istenildiği haber alınmış idi.

“Bu bapta kemal-i ciddiyetle tedkikatta bulunanların malûmatından ve kendilerinin neşrettikleri matbu programlarının muhteviyatından bâhusus Mustafa Suphi nam şeririn şimdiye kadar bu hususta vücuda getirdiği faaliyeti hikâyeten kongrelerinde kıraat edüb, hatt-ı desti ile muharrer olduğu halde elde edilen rapor mündericatından bu mesâlik-i laimenin bütün din ve islâmiyeti temelinden tahrip ve an’anât-ı milliye ve adab-ı mütevarisemizi ortadan kaldırmaktan başka bir şey olmadığı açık ve müdellel bir surette bütün üryanlığıyla meydana çıkmıştır.

“Binaenaleyh mesâlik-i mesrûdenin esâsât-ı bâtılesini ve bunun tatbikinden husule gelmiş ve gelecek mazarratı hülaseten ber-vech-i âti beyan ve ilânı, cemiyetimizce cümle-i vezaiften bildik:

“1. Hâşa, sümme hâşâ Allah yok, peygamber yok, halife ve büyük yok, şeriat düzme, yalan, işte bunları esas meslek ittihaz ederek bütün küfriyatlarını serbest olarak alenen neşr ile ahkâm-ı islâmiyeyi, ferâiz ve sünnet-i peygamberiyeyi külliyen dünyadan kaldırmaktır.

“2. Bu fesadın tatbikine en evvel kadınlardan başlayarak, birincide bi’l-külliye nâ-mahremliği ref’, ikincide onların umûmi mahallere, umûmi evlere, umûmi tiyatrolara, umûmi kahve ve oyunhanelere erkeklerle karışık olarak girip çıkmaları ve umûmi aşhanelerde erkeklerle yemek yemeleri, alel-umûm kadınlara hariçte birer iş verilerek, herhangi bir erkeğe hizmet etmesi mecburiyeti gibi bir takım vaziyetler ihdas edilmesidir ki maaz’alahü telâlâ, ne gibi fenalıklara yol açmış olduklarını ednâ bir mütalaa ile anlamak çetin değildir.

“3. Kadınların hane haricinde serbest bulunmalarını temin ve haseb ve neseb keyfiyetlerini yok etmek maksadıyla üç yaşından itibaren bütün çocukları açacakları umûmi depolarda toplayıp kendi meslek-i kâfiraneleri dairesinde terbiye etmeleridir ki bu surette kim kimin evlâdı olduğu bilinmiyerek, ne’ûzu billâh bir hemşire kardeşiyle beraber tamamen serbesti dairesinde büyüyüp ve yekdiğerini tanımayacaklarından, aralarında ne gibi hâlât ve münasebetin teessüs edeceğini düşünmek bile insanın havsalasını yakacağı cihetle, fazla tafsilâta hacet görülmüyor.

“4. Bi’l-cümle mekteplerden din dersleri kaldırarak buna mukabil komünizm meslek-i kâfiranesi esasları talim edilip, bütün talebe ve muallimler bu suretle yetiştirilerek, gelecek nesilleri bi’l-külliye dinden, imandan bi’l-mecburiye âri bulundurmaktadır.

“5. Bütün cinâyât ve carâime karşı şer’-i ve kanunda gösterilen cezaları lağv ederek, yalnız bir tekdir-i aleni ile iktifa etmeleridir ki bu da aheng-i ictimaiyi esasından zir ü zeber ederek şer’ şerif ve kanun-u münif ile tanzim edilmiş olan muvazene-i ictimaiyeyi bi’l-külliye ihlâl ve emn ü asâyişi düzeltmek kabul etmeyecek bir surette imha demek olacağı âşikârdır.

“6. Çalışmayan ekmek yemeyecek ve herkes müsavi yiyecek, zâhiri yaldızlı hap şeklinde bir kaideleri de vardır ki bunun tatbikini de hâmile ve doğurmuş kadınların ancak bir kaç ay müddetleri müstesna olmak üzere bütün erkek ve kadınlar müşterek ve umûmi işlerde birer hizmetle mükellef tutulup, ancak herkesin kazancı herkese bırakılmayarak, hatta zürra’ ve ekincilerin bile bütün hasılatları umûmi ambarlara, para ve eşyalar umûmi depo ve sandıklara toplanıp sonra bundan refkom ve şura hey’etleri ve daha diğer namlarla hükümet şeklinde halkın başına musallat olan çete ve komiteler kendi istedikleri miktarı, kendi arzu ve havaları dairesinde kendi mevkilerini muhafaza ve bekalarına te’min için sarf ve bütün mahlûkata da -eğer yetiştirebilirlerse- o ambarlar ve depolardan ölmeyecek kadar, meselâ yevmiye yetmişer dirhem ekmek gibi birer miktar bir şey vermek suretiyle icraya kalkışmışlardır ki bu da yine sırf mel’ûnâne ve zâlimâne bir teşebbüs olması hasebiyle bu yüzden Azerbaycan, Türkistan, Başkurdistan, Taşkent ve Buhara’daki milyonlarla din karındaşlarımızın bütün servet ve sâmânları ellerinden alınıp, ırz ve namusları pâyimal edilerek, sokak ortalarında aç, çıplak can vermeye mahkûm edilmesini intac etmiştir. İşte bu yaldızlı hapın içimi de ne öldürücü zehirle dolu olduğuna bundan daha başka delil aramaya lüzum kalmıyor.

“NETİCE

“Bu gibi meslek ve mezheplere sâlik, hain bilginlerin hedef-i taarruzu ibâdül’llahın din ve iman, ırz ve namus, mal ve canları olup, bu maksatlarını istihsal için de herhangi bir şekl-i münâfıkhâne ve iblisâneye bürünmekten kat’iyyen çekinmemektedirler. Meselâ, katil ve yağma ve gasp ve gârat ile topladıkları ve ecnebi müesseselerden namussuzcasına aldıkları paralardan kendi meslek ve emellerini terviç yolunda halkı iğfal için, öteye beriye bir takım mel’unları göndermek ve lede’l-icap isimleri tasrih edilecek olan bir takım paçavra gazetelere yazı yazdırmak için, nice yüzbinlerle liralar sarf ettikleri ve bunların sahip ve muharrirlerden bazılarını kendi meyanelerine almaya kesb-i şeref eyledikleri de mezkûr elyazısı raporda muharrerdir. Bu hususta şüphe edenler cemiyet merkezindeki matbu’ program ve rapor suretlerini görebileceklerdir. Bu ahvâlden Ankara’daki Millet Meclisi haberdar edilip, oralarda bu yolda teşebbüsatta bulunanlar hakkında takibat icrâ-yı mel’anetlerine kesb-i vukuf ettikleri dakikada, keyfiyetten hükümeti ve cemiyet merkezlerini, merkez olmayan yerlerde hey’et-i ihtiyarilerini ve hiç olmazsa yek diğerini haberdar eylemelerini beyan ve rica eyleriz.

“(Mühür)

“Muhafaza-i Mukaddesat ve Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti

“Erzurum Hey’et-i Merkeziyesi

“337 (1921)” (Pof. Dr. Dursun Ali Akbulut, Albayrak Olayı, Temel Yayınları, İstanbul, 2006, s. 98-101)

Siyasal İslamcıların dağıttıkları bu anti-komünist bildiri sonrası ne mi olur?

TKP kafilesi, dört günlük bir tren yolculuğunun ardından 22 Ocak’ta Erzurum’a varır.

Mustafa Suphi ve yoldaşlarının istasyona gelmeleriyle, Muhafaza-i Mukaddesat Cemiyeti’nin organize ettiği anti-TKP gösterisi patlak verir.

1921’de 9-10 yaşlarında bir çocuk olan Nihat Pasinli, Fethi Tevetoğlu’na yaşadıklarını şöyle anlatmaktadır:

“Ben o zaman 9-10 yaşlarında bir ilkokul talebesi idim. Mustafa Subhi ve arkadaşlarından ibâret komünistlerin trenle geldiği haberi üzerine bunları taşlamak için istasyona koşmuştuk. Erzurum halkı 7’den 70’e galeyan halindeydi. Bu hey’et trenden çıkamadı ve Erzurum’a sokulmadı. Canlarını zor kurtarıp dekovil hattıyla Karabıyık’a gittiler.” (Fethi Tevetoğlu, Türkiye’de Sosyalist ve Komünist Faâliyetler, Ayyıldız Matbaası, Ankara, 1967, s. 247’deki “Not”.)

Doğu Vilayeti seyahatinden geri dönen Erzurum Mebusu Durak Bey, Büyük Millet Meclisi’nin 11 Nisan 1921 tarihli oturumunda, Mustafa Suphi ve yoldaşlarının Erzurum’a geldikleri anı ise şöyle anlatır:

“Efendiler, Erzurum ahalisi lâzım gelen tedabiri ittihaz etti ve Mustafa Suphi ve avanesi Erzurum’a geleceği zaman, halk dükkânlarını kapadı. Yedi yaşından yetmiş yaşına kadar… Bunlar, evvelce Erzurum ahalisi bizi istikbale çıkmış diye bıyık buruyorlardı. Fakat istasyona yaklaşınca mütessir oldular, biraz istirahattan sonra bunlar trenden indirildi ve bendenize söz verildi. Sordum : Zaten Mustafa Suphi’nin masebakını (geçmişini) Erzurum iyi tanır. Son zamanlarda Kastamonu Valiliğinde bulunan Ali Rıza Bey’in oğludur. Babası da kendisinden memnun değildir ve kovmuştur. Bu yirmi kişilik heyet de tabii beraber gelmiş idi ve Kars’ta da Orduca nezaret altında bulunduruluyordu. Bunların Rusya’ya geri gitmeleri siyaseten muvafık görülmüyordu. Sözü bana verdiler: Oğlum nereden gelip nereye gidiyorsun diye söze başladım, kimin namı hesabına söz söylüyorsun ve nesin? Dedim. Halk asabileşmişti; nümayişler yaptılar, bağırdılar, çağırdılar, yirmi kişilik heyet de beraberdi. Kar topu gibi bir şeyler, bir şeyler, bir şeyler… Trene binip koğdular.” (TBMM Gizli Celse Zabıtları, c.2, İş Bankası Yayınları, Ankara, 1985, s. 33.)

TKP kafilesinin Erzurum’da başına gelenler resmi kayıtlara da geçmiştir.Erzurum’daki kumandan Rüştü, Mustafa Kemal’e aşağıdaki şifre ile beklenen haberi verir.

“Mustafa Kemal Paşa’ya yazdığım şifre

“ilâve olunacaktır

“(C) Mustafa Subhi on yedi refikiyle Erzurum’a gelmiş ise de istasyonda toplanan binlerce halk tarafından tahkir ve tard olunmuştur. Evvelce alınmış tedabir-i inzibatiye neticesinde fiili bir tecavüz vuku bulmıyarak merkum (bahsi geçen) tevakkuf etmeyip (durmıyarak) yoluna devam etmeye mecbur olmuştur. Trabzon tarikini takip etmekte olup güzergâhta ahali konak ve yiyecek vermemektedir.

  1. Kânun-u sâni (Ocak) 337 (1921) Rüşdü” (Asis. Dr. Ergün Aybars, “Mustafa Subhi’nin Anadolu’ya gelişi öldürülüşüyle ilgili görüşler ve Erzurum’dan Trabzon’a gidişiyle ilgili belgeler”, Tarih Araştırmaları Dergisi, AÜDTCF; Tarih Araştırmaları Enstitüsü, Ankara, 1979-80, c. 13, No: 24’ün içinde, s. 99.)

Okuyan’ın “devrimin safında” gördüğü Mustafa Kemal, 25 Ocak 1921’de Erzurum Mebusu Durak Bey’e yolladığı telgrafın bir yerinde, gericilerin düzenlediği bu gösteriye ilişkin şöyle der:

“5. Erzurum’da Mustafa Suphi hakkındaki milli gösterinin planına daha evvel Kâzım Karabekir Paşa Hazretleri’nin ve müteakiben Hamit Beyefendi’nin yazılarıyla vâkıf olmuş ve tasvip etmiş idim. Her halde Doğu’dan gelecek tahripkâr herhangi bir cereyana karşı Erzurum ve Trabzon’un ve bütün memleketin bir seddi kebir (büyük set) vaziyetinde bulunacağına eminim.” (Atatürk’ün Bütün Eserleri, c. 10, s. 338-339.) (abç)

En geç 25 Ocak 1921 itibarıyla bu belgede Mustafa Kemal, sadece üç gün evvel Erzurum’da yapılmış olan gösterileri onaylamış olduğunu kabul etmekle kalmıyor bilakis, aynı tip gösterilerin 28/29 Ocak akşamı Trabzon’da da yapılacağından haberdar olduğunu açıkça göstermiş oluyordu.

“Devrimin safında yer alan lider” bununla da yetinmez ve aynı gün bir de Okuyan’ı yalancı çıkartırcasına gerici gösteriyi düzenleyen Erzurum Müdafaai Hukuk Cemiyeti’ne de aşağıdaki şifreyi yollar:

“Yüksek telgrafınız Türkiye Büyük Millet Meclis’inde okundu. Meclis’te pek ciddi ve heyecanlı bir görüşme yapıldı. Meclis ve Bakanlar Kurulu milli sınırlarımız içinde milletimizin kayıtsız şartsız ve bütün mukaddesat ve geleneklerimiz saklı ve korunmuş olarak bağımsız yaşamasını sağlamak olan kutsal amacımızı tekrarlamakla birlikte, komünizmin ülke ve milletimizde uygulanamayacağı hakkındaki inancını açıkladı.

“Bundan başka milletimizin dirliğini bozucu herhangi bir akımın, her nereden gelirse gelsin duraksamasız kırılması doğal olduğundan, bu bakımdan gerek Bakanlar Kurulu’nun ve gerek bütün milletin uyanık ve tedbirli bulunması gereği, Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu’nca kesin ve etkili olarak belirtildi.

“Hükümetin, bu görüşe uygun olarak hareket edeceği tabii bulunmakla, Erzurum’un sayın ahalisinin, milli birliğimizi daima yenileyip güçlendirici olan sağlam durumlarını iç rahatlığıyla sürdürmeleri duyrulur, Efendim”  (Atatürk’ün Bütün Eserleri, c. 10, s. 341.)

Sonrası?

Malum!

Mustafa Suphi ve yoldaşları adeta bir sürek avı misali Trabzon’a doğru sürüklenirler.  Trabzon’da da benzer bir linç girişiminin ardından, 28/29 Ocak 1921’de, Karadeniz’de katledilirler.

Ortalık sakinleştikten beş ay sonra, Mustafa Kemal,  katillerin Trabzon’daki başı “İskeleler Kâhyası Yahya Reis Zade Yahya Efendi’ye, Vatanperverane hissiyat ve temennilerinize teşekkür ederim” diyen kısa bir telgraf yollar.  (Atatürk’ün Bütün Eserleri, c. 11, s. 220.)

Ve….

Bu suikastten 96 yıl sonra, Suphilerin devamı olduğunu iddia eden Okuyan ve onun partisi, suikastin sorumlusuyla suikaste kurban gideni, rejimin bayrağı ile devrimin bayrağını, “karıştır barıştır” misali yan yana getirmekte hiçbir beis görmez.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir