Devrimci Karadeniz
19/01/2016
EMRAH CİLASUN NURCULARA DERS VERMEYE DEVAM EDİYOR
Bilici’nin 13 Ocak tarihli yazısına cevap
Mücahit Bilici, 13 Ocak’da Yeni Yüzyıl gazetesindeki yazısında, 9 Ocak tarihli Radikal’de Ayşe Hür’ünkiyle birlikte yayınlanan eleştirilerime cevap vermeye çalışmış. “Çalışmış” diyorum zira Bilici bir dizi laf kalabalığı yaparak esas tartıştığımız kimi noktalarda alenen ardına bakmadan kaçmış, kimi noktalarda da demagojiye baş vurarak bulandırmaya çalışmıştır.
Hemen iki örnekle başlayalım. Birinicisi Antisemitzm bahsinde, gerek Nursi’den gerekse de Hitler’den verdiğimiz örneklerin benzerliğine dair Bilici’den çıt çıkmamaktadır. İkincisi Nursi’nin İkinci Cihan Harbi’nde faşist Alman ve İtalyan ordularının ilerleyişini İsa’nın şahsında nasıl kutsadığına dair verdiğim örneği Bilici neredeyse duymak bile istememektedir. Yazısında Bilici zinhar bu iki alıntıdan bahsetmemektedir.
Bunlar yetmezmiş gibi Bilici, Şeyh Sait ayaklanması esnasında Said Nursi’nin aldığı tavra dair verdiğim örneğin “doğru” olmadığını iddia etmekte ve şöyle demektedir: “Bahsi geçen isyan 1925’teki Şeyh Said İsyanı değil, 1914 yılındaki Bitlis İsyanı’dır. Görüldüğü üzere bu itinalı araştırmacımız, işine gelince Türkçü/sağcı Nurcuların çarpıtmalı tarihyazımını sorgulama zahmetine hiç girmiyor ve kendi ajandası için kullanışlı çarpıtmaları delil olarak sunmaya kalkıyor (Ayrıca orada “Türk milleti” diye bir ibare yok).” (Vurgular Bilici’ye ait)
Bu alıntının önemi Bilici’nin çamur atmak için paçalarıma dolanmaya çalışması değildir bilakis, cansiperhane savunduğunu iddia ettiği Said Nursi’yi yazarın, siyasi çıkarı gereği lafebeliğine başvurarak nasıl sattığıdır. İşte ispatı:
9 Ocak tarihli yazımda verdiğim alıntı, kaynağıyla birlikte son derece açık ve berraktı. Kimdir kaynak? Bizat Said Nursi’nin kendisidir! Nerden belli? Kaynağın 1958 tarihli olmasından… Yani? Bu, bahsi geçen kaynağın, Nursi’nin ölümünden iki sene evvel, onun denetiminde yayınlanmış olduğunun ispatıdır! Kaynağın adı nedir? “Bediüzzaman Said Nursî, Tarihçe-i Hayatı, Eserleri, Meslek ve Meşrebi, Doğuş Ltd. Şirketi Matbaası, 1958, s. 99.” Orada ne yazıyor? Kimi yerlerinin altını çizerek şimdi okuyalım: “Van’da, mezkûr mağarada yaşamakta iken, Şark’ta ihtilâl ve isyan hareketleri oluyor. ‘Sizin nüfusunuz kuvvetlidir’ diyerek yardım isteyen bir zatın mektubuna: Türk Milleti asırlardan beri İslamiyete hizmet etmiş ve çok veliler yetiştirmiştir. Bunların torunlarına kılınç çekilmez; siz de çekmeyiniz; teşebbüsünüzden vazgeçiniz. Millet, irşad ve tenvir edilmelidir!’” Bilici, bu alıntının 1914’e ait olduğunu iddia ediyor –ki evet, Nursi’nin 1914’de de tavrı hakikaten tıpkı 1925’deki gibi isyancılardan yana değil, merkezi hükümetten yana olmuştur.[1] Oysaki bu alıntının hemen üstünde büyük puntolarla şu ara başlık okunmaktadır: “BEDİÜZZAMAN HAZRETLERİNİN VİLÂYÂT-I ŞARKİYEDEN GARBİ ANADOLUYA NEFYEDİLMESİ RİSALE-İ NURUN ZUHURU, TELİF VE NEŞRİ” (Agy.)
Bilici’nin bu alenen ve açıktan Said Nursi’yi çarpıtan tavrı karşısında kimi Risale-i Nur okuyucuklarının Bilici’yi, yazısının ardından (yazarın) Facebook sayfasına düştükleri notlarla da uyardıkları burada belirtilmelidir.[2]
Şimdi kararlı bir Said Nursi savunucusu olduğunu iddia eden Bilici’nin tüm kamuoyu önünde şu sorulara cevap vermesi gerekmektedir: “BEDİÜZZAMAN HAZRETLERİNİN VİLÂYÂT-I ŞARKİYEDEN GARBİ ANADOLUYA NEFYEDİLMESİ” 1914 müdür yoksa 1925 midir? Şayet cevap, 1925 olacaksa, içerisinde “Türk milleti ibaresi”nin geçtiği bu alıntı Bilici’ye göre kime aittir? Kaynağın yazarı olan “Bediüzzaman Said Nursi”ye mi yoksa, Bilici’nin iddia ettiği “Türkçü/sağcı Nurcular”a mı?
Bilici’nin en önemli iddialarından biri benim Nursi’nin sözlerini tarihsel bağlamından kopardığımdır. Mesela ben Nursi’den içinde “Hizbullah” geçen bir alıntı mı yapıyorum; Bilici bunu “Allah’ın manevi askeri” olarak yorumluyor. Ben Nursi’den “Nurcular… herkesin kafasına bir yasakçı bırakırlar” diye mi alıntı yapıyorum; Bilici bunu “Nurcuların edindiği güçlü iman ve ahiret inancı, onları ayrıca suç işlemekten alıkoyuyor” diye yorumluyor. Ben Nursi’den “vazifemiz siyaseti dine alet ve dost yapmaktır” diye mi alıntı yapıyorum; Bilici bunu “Eğer din ve siyaset arasında bir hiyerarşi olacaksa sivil alanda kalması gereken dine siyasetin/devletin alet ve hizmetçi olması gerekir” diye yorumluyor. Bir anlığına Bilici’nin haklı olduğunu ve benim kötü niyetli olduğumu var sayalım. O halde tarihsel örneklere bakalım.
- Örnek: Kore’ye asker olarak gönderilen Bolvadinli İsmail Hakkı Ünlü’nün babasıyla, Nursi’nin Emirdağ’da yaptığı sohbete kulak verelim.
“Oğlun Kore’ye gidiyor, sen çok merak ediyorsun, üzülüyorsun. Hiç merak etme, üzülme! İnşallah oğlun gidip gelenlerden olacak. Hükümet Kore’ye dörtbinbeşyüz kişilik asker gönderiyormuş. Eğer bana da izin verseler, beşbin genç Nur talebelerimle gönüllü olarak komünistlerle harp etmek için ben de giderdim…” Ünlü’nün, “Üstad’ım bu harbe nasıl niyet edeyim?” sorusuna Nursî şöyle cevap verir: “ Din-i İslam uğruna, Allah için cihada, şeklinde niyet et!”[3]
Soru 1: Yazarımız mücahitce bir cevap vermelidir. Nursi’nin bu sözleri vaktiyle Afyon hapisanesinde sahip olduğu, “Hizbullah” fikrinin dinamiğinin Kore savaşı esnasında geldiği boyutu göstermiyor mu?
- Örnek: Şimdi de Bilici’nin mutfağında yetiştiği Yeni Asır geleneğinin yazarlarından Safâ Mürsel’e kulak verelim:
“Siyasi İktidarın ve dolayısıyle siyasi hayatın istikrarını, yani ahenk içinde verimli işleyişini koruyabilmesi için, her şeyden evvel iktidarın dayandığı tabanı teşkil eden halkın, sağlam ahlak, fazilet ve seciye sahibi olması gerekir. Çünkü, şahsiyeti bozuk ve ahlaksız insanları idare etmek zorunda kalan bir iktidar, kısa zamanda yıpranmaya veya yıkılmaya mahkumdur. Zira ‘itikadı bozulmuş, ahlakı sarsılmış yüz fasıkın idaresi ve onlar içinde asayişin temini, binler ehl-i salahatın idaresinden daha müşkül’ (Lema’lar, 112) olması gerçeği, bu görüşü doğrulayıcı bir delil teşkil etmektedir… Sırf maddi kuvvetle asayişi sağlamak mümkün değildir. Bu sebeple, insanın ahlaken mükemmelleşmesine yardım edecek bir iman telkini ile sağlanan asayişe polisin de maddi gücüyle destek ve yardımcı olması görüşü, Bediüzzaman’da siyasi istikrarın ve toplum huzurunun tamamlayıcı bir şartı olarak görülmüştür.”[4]
Soru 2: Safâ Mürsel’in bu yorumu bir “kötü niyet” ürünü müdür yoksa Nursi’yle ideolojik ahenk içerisinde midir? Şayet Bilici “tamam kabul burada yasakçılık var! Ama İslamcılık bunun neresinde” diye soracak olursa –ki sormadan evvel iki defa düşünmesini salık veririm- Mürsel’in devamla Nursi’den yaptığı şu bildik alıntıyı hatırlatmak isterim:
“Devlet idaresine gelenlerin iktidar imkanları sayesinde kolaylıkla icraat yapabilmeleri için, kainatta mevcut olan adetullah (Allah’ın kâinatta câri olan usûl ve kanunu, sünneti. Benim Notum.) tabir edilen fıtrat kanunlarına uygun hareket etmeleri gerekir. Yoksa başarısızlık muktedirdir.”[5]
- Örnek: Evet şimdi Bilici’nin benim açımdan en favori yorumuna geliyoruz. “Said Nursi’nin bugün dini hizmet ve toplumsal mücadelede sivilliği ve en küçük bir hakkı feda etmemeyi temel alan (zulme girmemeyi esas alan maksimalist sivilizmini yani) “müsbet hareket” prensibini bile suçlu sandalyesine oturtmak istiyor. Gramsci söylediğinde öpüp başının üstüne koyacak ama Said Nursi’den duyunca saldırmak için tahrif etmekten çekinmeyen bir kültürel yabancılaşma örneği… Eğer din ve siyaset arasında bir hiyerarşi olacaksa sivil alanda kalması gereken dine siyasetin/devletin alet ve hizmetçi olması gerekir.” (Vurgu bana ait) Yukarıda birinci ve ikinci örnekte gördük. Nursi, Bilici ile kıyaslanmayacak derecede dobra dobur, “Hizbullah” ve “yasakçılık” kavramlarını son derece bilinçlice kullanmakta ve arkasında durmaktadır. Şimdi bu kavramları hayattayken (yani Nurculuk, Bilici’nin iddia ettiği gibi “Türkçü/Nurcular”ın eline geçmemişken!) Nursi’nin ve taraftarlarının “sivil alanda” nasıl biraraya getirdiklerine bakalım.
Fakat ilkin küçük bir parantez açalım. Baudrillard’dan Habermas’a kadar bütün bir İkinci Cihan Harbi sonrası Avrupa sosyoloji kuramcıları, emperyalist talan ve sömürü sayesinde, sermayenin biriktirildiği refah havzalarının tepetaklak gitmemesi için bina edilen ve kutsallaştırılan “sivil toplum” ve “kamusal alan” gibi önermeleri matah bir model olarak sunmuşlardır. 12 Eylül sonrası Türkiye’de bu modelin ilk tellalleri Yeni Gündem ve Birikim dergileri olmuştur. Bilici, sonuçları itibariyle yanlış ancak bir arayışın ifadesi olarak üzerinde mutlaka tartışılması gereken Gramsci’den “sivil toplum” peydahlayan; Marks, Lenin ve Mao’dan arındırılmış bir Sosyalizmle onu melezleştiren Birikim’den öğrendiklerini Marksizm sanmakta bir beis görmemektedir.[6] Aklı sıra Gramsci’yi referans göstererek beni korkutacağını sanmaktadır. Bunlar tabii ki komik. Fakat komik olmayan ise Gramsci’nin –bütün eleştirilerime rağmen- baskı ve sömürüyle zinhar uzlaşmaması ve faşizmin zindanında acı çekerek öldürülmesidir. Keza bütün eleştirilerime rağmen böylesi bir Gramsci’nin söylediklerini tabii ki “öpüp başıma” korum. Fakat Gramsci’yi Said Nursi ile bir kefeye koymam. (Bu, tarihi çarpıtmak olur. Hayır, pardon! Yoksa bunun adına mı “indirgemecilik” deniyordu? Alo? Sayın Bilici beni duyuyor musunuz?) Neden mi? İşte binlerce örnekten bir tanesi:
Tarih 4 Aralık 1945. İstanbul’da Tan Matbaası Türkçü ve İslamcı gruplarca basılmıştır. Baskına dair Emirdağ Lahikası 1’den şu satırları okuyoruz:
“Aziz kardeşlerimiz! ‘Lehülhamdü velminne’ dün, Nur’un manevî bir fütuhatı, bütün azamet ve dehşetiyle İstanbul’da görüldü. Küfr-ü mutlakı dünyaya, hususan âlem-i İslâm’a yerleştirmek isteyen bir cem’iyet ve onun nâşir-i efkârı ve mürevvic-i â’mâli olan bir-iki gazete matbaası ve kütüphanesi darmadağın edilerek; dinsiz yaptık, komünist yaptık zannedilen gençlik ve mekteplilerin ağzıyla ve harekâtıyla ve fiilleriyle protesto edildi. ‘Kahrolsun komünistlik’ diye beddualar edildi. Bu cemiyetin binler lira maddî, milyonlar lira da manevî zararı oldu. Ve üzülen bizlere, kalbimiz ve ruhumuzla çok alâkadar bir şahs-ı manevî: ‘Ey Nurcular! Simdi maddî imkân hasıl olmuyor diye üzülmeyiniz. Nur›un fütuhatı geniş bir sahada devam ediyor. Küllî bir muvaffakıyet hâsıl oluyor. Vesaire vesaire…’ diye bağırdı.”[7]
Soru 3: Yukarıdaki eylem ve sözün Gramsci ile ve hatta “sivil alan” önerisiyle ne alakası vardır?
Daha evvel de belirttiğim gibi Bilici’nin işi zordur. O kadar zordur ki 13 Ocak 2016 tarihli yazısında ne yapacağını ne yazacağını şaşırmış vaziyettedir. Kah yazdığım kitabı “Arşivlere giderek Nurcu tarihyazımını ve menkıbeciliğini ofsaytta bırakan saygıya değer bir girişim” olarak adlandırmakta kah dört satır sonra yazdığını unutup, “Said Nursi’nin kötücüllüğünü nasıl isbat edebilirim saikiyle yazılmış insaftan uzak bir çalışma” olarak adlandırmaktadır. Muhtemelen Bilici kitabı okumadan aceleyle “saygı değer” bulmuş olmalı. Çünkü 9 Ocak’da Radikal’de yazdıklarım Bilici’nin “saygıya değer” bulduğu kitabımdan birebir alınmıştır. Yazının sonlarına doğru Bilici o denli şaşırmış vaziyettedir ki, benimle münakaşasını vesile bilerek sanki bütün diğer Nurcu fraksiyonları tahrik edercesine yardıma çağırmakta[8] ve “bütün bir Nurculuk Nursi’yi belgelerle çalışma konusunda sınıfta kalmıştır ve Cilasun’un bu son derece hasmane ve sathi arşivciliği karşısında mahçup olmuştur” demektedir. (Vurgular Bilici’ye ait)
Hatırlatmakta fayda var. 12 Haziran 2015’de Ahmet Akgündüz’e, kamuoyu önünde okumadığını açıkca dile getirdiği kitabım hakkındaki iddialarını ispatlamasını talep ettim.[9]
18 Haziran 2015’de Müfit Yüksel’e verdiğim cevap hala Risale Haber sitesinde durmakta.[10] Lakin Yüksel’in Derin Tarih dergisinde vereceğini vaad ettiği teferruatlı cevabı hala beklemekteyim.
Velhasıl Nurcu camianın bana teşekkür etmekten çok Risale-i Nur külliyatını doğru dürüst okuması ve bilince çıkartması gerekmektedir. Nurculuğu bilmem ama Marksizm karşıtlarıyla mücadele içerisinde kavranır ve gelişir. Beş seneye yakın Said Nursi araştırması bu konuda bana çok yardımcı olmuştur.
16 Ocak 2016
[1] Bkz. Şualar, Şahdamar Yayınları, İstanbul, 2010, s. 349.
[2] Mesela Osman Bulut adlı okuyucu, 13 Ocak 02: 16’da Bilici’nin Facebook sayfasına şu notu düşmüş: Abi Allah razi olsun guzel yazi yalniz bisey soracagim: tarihce-i hayat ustadin tashihinden gecmedi mi?Barla hayatinda geciyor ‘turk milleti asirlardan beri İslamiyete hizmet etmiş…’ bahsi. barla hayatinda gectigine gore, hemde ispartaya nefyedilisi oncesini anlatiyor, 1914 olma ihtimali zor gorunuyor…”nurcularin carptirmali tarih yazimi” demişsiniz. bunu bir izah eder misiniz. ustadin tashihinden geciyor hepsi diye biliyorum. (https://de-de.facebook.com/mucahitbilici.net)
[3] Abdülkadir Badıllı, Bediüzzaman Said Nursî, Mufassal Tarihçe-i Hayatı, c.3, İttihad
Yayınları, İstanbul, 1998, c.3, s. 1919
[4] Safâ Mürsel, Bediüzzaman Said Nursi ve Devlet Felsefesi. Yeni Asya Yayınları, İstanbul, 1976, s. 330-331
[5] Emirdağ Lâhikası, c.1. s.76’dan aktaran Mürsel, agy. s. 331. (abç)
[6] Bilici’nin “sol” hakkındafi bilgisi (ki ben kendi payıma ‘sol’u değil komünist bilmi ve ideolojiyi savunuyorum) o denli evlere şenliktir ki, beni şöyle “indirgemeye” çalışmış ve “özellikle üçüncü sınıf solculuklarda karşımıza çıkan… Dünyada herşey ve herşey sadece iktidar ilişkileri ile anlaşılmalıdır diyen kendisi dünyevi ama bunun farkında olmayacak kadar kendini tarihselleştirmekten uzak anti-antropolojik bir tutum” (Yeni Yüzyıl, 13 Ocak 2016. Vurgular Bilici’ye ait.) olarak adlandırmış. Bilici’nin Birikim gibi dergilerden öğrenemeyeceği Marksizm hakkında kendisine küçük, tadımlık bir bilgi vermek farz olmuştur: “Materyalist tarih anlayışına göre, tarihteki belirleyici etken son kertede, gerçek yaşamın üretim ve yeniden üretimidir. Daha çoğunu hiçbir zaman ne
Marx ileri sürdü ne de ben. Eğer biri bu görüşü iktisadi etken tek belirleyicidir anlamında bozarsa, böylece onu boş, soyut saçma bir söze dönüştürmüş olur. İktisadi durum temeldir, ama üstyapının çeşitli öğeleri: sınıf savaşımının siyasal biçimleri ve sonuçları, hukuksal biçimler ve hatta bütün bu gerçek savaşımların, bu savaşımlara katılanların kafasındaki yansımaları, siyasal, hukuksal, felsefi teoriler, dinsel görüşler [Buraya Bilici de dahildir. E.C.] ve bunların dogmatik sistemler olarak daha sonraki gelişmeleri de, tarihsel savaşımların gidişi üzerindeki etkilerini gösterir ve birçok durumda, onların biçimini baskın bir tarzda belirlerler” (Marx-Engels, Seçme Yapıtlar, c.3 Sol Yayınları, İstanbul, 1979, s. 591).
[7] Emirdağ Lâhikası 1, Şahdamar Yayınları, İstanbul, 2010, s. 101
[8] Bülent Özbey adlı okuyucu, 12 Ocak 16: 13’de Bilici’nin Facebook sayfasına düştüğü not bu kanımı güçlendirmiştir. Şöyle demiş Özbey: “Hakkın hatırını vermişsiniz. Yazının sonunda ise Üstadı rejime dost, siyasi menfaat/rant ve Kurdi/Kurdistani yönüyle istedikleri, uygun gördükleri gibi tahrif edip kullanan türk nurcularının kucağına topu atmanız harika olmuş. Amniyane tabiriyle yedikleri haltları temizlemek için er meydanına davet etmişsiniz.”
Risale Haber adlı sitede ise Bilici’nin yazısı yayınlandıkatan sonra iki farklı okuyucu yorumu dikkatimi çekti. Yavuz Seven’in 13 Ocak 2016’da, saat 12:24’de bir hayli komplo içeren yorumu şöyle: “RADİKAL’de Bediüzamana saldırı daha başlamadan bu saldırılarına karşı yapılacak savunmalardan kimin savunmasına itibar edip RADİKAL sayfalarına taşıyacaklarını iyi planlamışlar. Satanç oynamışlar ve maalesef kazanmışlar. Bu kojektürde Bediüzzamanı Hitler sevgisiyle itham etmek basit bir hamle gibi görünmüyor. Arkasında bir şahsı manevi olan bir hamle gibi duruyor. Maalesef Yazılanları okudum fikri planda galip görünüyorlar. Daha önemlisi kendi istekileri konuda istedikleri kişiye Nurculuk adına cevap verme itibarı kazandırmışlar. Cenabı Allah bu Mücahit Beye akıl fikir versin demeyeceğim çünkü bunları Mücahit Beye bolca vermiş. Allah feraset versin. Akıl fenerini kırsın. Cemaat şeklinde gelen mekrlere (hamle) tek başıyla karşı çıkmaya kalkmasın. Allah ıslah etsin.” ASLAN BEG’in 13 Ocak 2016’da saat 13:53’de yaptığı yorum ise şöyle: “Maalesef Mücahit Bilici de onların ekmeğine yağ sürmüş ve Bediüzzaman Hazretlerini takip edip hidayete varmaya çalışan samimi Müslümanları (Nur talebelerini) yerden yere vurmuştur.”
[9] http://www.twitlonger.com/show/n_1smleeg
[10] http://www.risalehaber.com/said-nursi-tartismasi-devam-ediyor-240420h.htm